24 Eylül 2014 Çarşamba

Biraz Yeni, Bir O Kadar Da Eski

            Her şey bıraktığım gibi ama bir o kadar da yeni... Alıştığım düzeni dağıtmak ve yeni bir düzen kurmak hep zor gelmiştir bana... Odamda, evimde bir koltuğun; masanın bile yerini değiştirmem kolay kolay. Her şey benim için doğru yerindedir ve öyle de kalmalıdır. İki evimde de odamın düzeni, rengi, şekli dağınıklığı bile aynıdır. Değişmeye başladığı anda da huzursuz olurum,  rahatsız hissederim. Şimdi yine yeniden bir yere alışıyorum. Aynı yerde ama farklı gibi, bu sefer de biraz yorgunum üstelik... Belirli bir yaştan sonra alışmak zor oluyor sanırım. O kahve her gün 3 ile 5 arasında içilecek, akşam yatmadan bir kaç sayfa okunacak ama gözler kapansa bile illa okunacak ya da o şarkı günün bir saatinde muhakkak çalacak... Hayır canım obsesifte değilim yani... Belki de öyleyim, pekte umurumda değil. Ben huzurlu olayımda... Huzur gerçekten önemli... Rahatsız hissettiğin bir ortamda yaşamak, barınmaya çalışmak çok zor, sıkıntılı. Başa döndüm belki yine ama en azından huzurluyum.

18 Eylül 2014 Perşembe

Göz - Vladimir Nabokov

   


            Vladimir Nabokov'un birinci tekil şahısla yazdığı romanı Göz tam 76 sayfa. O kadar sürükleyici ve düşündürücü ki başlamasıyla bitmesi bir oluyor. (kısacık bir kitap olması da etken tabi ki) Roman birinci ve üçüncü şahıslar arasında geçer, öyle ki zaman zaman anlatıcı ve Smurov'un aynı kişi mi, kişiler mi olduğu yoksa bilinçaltının mı konuştuğunu ayırt etmekte zorlanabilirsiniz. Sahi karakterimiz gerçekten öldü ve kendi gibi ölü ruhlarla mı buluştu? Tüm bu kafa karışıklığının içerisinde oldukça etkileyici ve sürükleyici.

16 Eylül 2014 Salı

Bugün Ne Pişirsem?

       Genel olarak en büyük  derdimiz, bugün ne yesek? Dışardayken seçenek fazla ve önümüze geliyor ancak evdeysek durum daha farkı.. İşin içine bir de pişirme süresi,  sabır, lezzet gibi unsurlarda dahil oluyor. Hafızadaki yemekleri haftanın belirli günlerine serpiştiriyoruz ancak bir süre sonra insanoğlu bu doyumsuz hemencik sıkılıveriyoruz... İşte bu tarz durumlarda yemek programları benim kurtarıcım oluyor. Hem izlemeyi hem de yeni tatlar denemeyi seven birisi olarak yemek yapma süreci de daha da keyifli oluyor haliyle...





        Mucize Lezzetler ve Refika Birgül kesinlikle ilk favorim. Hem seçtiği yemeklerin kolay yapılabilir, malzemelerinin kolay bulunabilir olması hem de o tatlı anlatışı ve aşkla pişirmesi beni ne zaman görsem ekrana kilitliyor. Çoğu zaman da kararsız kaldığımda mucize lezzetler adresinden hoşuma giden bir tarifi izleyerek yapıyorum. Salça, reçel, kurutulmuş sebze, turşu gibi uzun vaade de iş gören tarifleri de bulabileceğiniz adresini ziyaret etmenizi öneririm. 




        Deniz'den Mutfak Hikayeleri özellikle yaptığı Osmanlı yemekleri, tatlıları, şerbetleriyle beni kendine bağladı.. Küçük hikayeleri ile süslediği programı ve yemeklerin sahip olduğu özellikleri ile ilgili verdiği bilgilerle izlenilebilirliğini arttırıyor. 



Önemli misafirleriniz varsa ve iddalı bir yemek yapmak istiyorsanız ardanın mutfaği 'ndan yararlanabilirsiniz. Özellikle web sitesinin tasarımı sayesinde yapmak istediğiniz neyse ona yönelik tariflere kolaylıkla ulaşabilir, izleyip pişirebilirsiniz.

Bu kadar yemekten ve tariften bahsettikten sonra acıkmamak mümkün değil sanırım, sizin tercihiniz hangisi? Bugün ne pişirsek acaba?


       

12 Eylül 2014 Cuma

The Knick - Yeni Dizi


     8 ağustosta Cinemax kanalında yayınlanmaya başlayan    The Knick 4 bölümü geride bıraktı. İlginç konusu ile gerçekten etkileyici ve izlenilesi bir dizi. 





       1900'lerin Amerikasında Knickerbocker adlı hastenede çalışan ekibi ve genel olarak yaptıkları ameliyatları içeren bir dizi. Seyirciye de "Ameliyat eskiden bir bilim değildi." sloganı ile sunuluyor. Daha ilk bölümden bu sloganı doğruladığını da söyleyebilirim. Bununla birlikte sadece medikal olayları içermiyor. Dizi içerisinde dönemin ekonomik, politik koşullarını da bulabilirsiniz. Din ve bilim arasındaki çatışma, ırkçılığın yaygınlaşması ve siyahilere karşı tutum, kadın erkek eşitsizliği dönemin Amerikası koşullarında fazlasıyla işlenmiş ki bu yönüyle de izlenebilirliğini arttırıyor. 



         Dr. John W. Thackery hastanenin genel cerrahi şefinin ani ölümünün ardından yerine göreve getirilir ancak meslek hayatında başarılı olsa da uyuşturucu bağımlısı olmasından dolayı kendi içinde sorunlar yaşamaktadır. Dr. Thackery genel cerrahi şefliğine atananınca kendisine yardımcı olması için akademik ve mesleki hayatında bir hayli başarılı olan Dr. Algernon Edwards'ı hiç istemeden de olsa işe almak zorunda kalır. Irkçılığın giderek yayıldığı bir dönem de siyahi bir asistan çalıştırmak kendisini bir fazlasıyla rahatsız eder.




         Medikal ve dönem filmleri, dizileri sevenler daha ilk bölümden müdavimi olacağı türden bir dizi. Fazlasıyla kan göreceğinizi ve ameliyat sahnelerinde istemeden de olsa gerilebileceğinizi söylemeliyim, şimdiden hazırlıklı olun.
    

9 Eylül 2014 Salı

Sonbahar, yenilenme vakti...

          Bitmesin diye ne kadar çırpınsak, tatili uzatsakta artık havanının bize yeter dediği zamanlardayız. Tamam yaz güzeldi de ben eylülü ayrı bir severim, başlangıçların ayıdır kendi içinde durgun bir o kadarda hareketlidir. Sıcaklarda baymıştı zaten, yaşasın yağmur! Islanıp hasta olacak kadar romantik olamayanlardansanız sizi müzik, kahve, kitap köşesine alayım efenim... 

       Yok arkadaşım, uzanıp film izlemek benim için daha keyifli diyorsan da böyle gel...



Özcan Alper 'in ödüllere boğulan muhteşem filmi Sonbahar gerçek anlamda görsel bir şölen gibi... Hopa, Kemalpaşa ve Çamlıhemşin de çekilen filmde yeşilin maviyle olan uyumuna bayılacak, kendinizi doğu karadenize atmak için ikna ederken bulacaksınız. Sıcak, gerçekçi, olağan bir hikaye.



İlkbahar, yaz, sonbahar, kış ve ilkbahar... Kim Ki Duk değilince bence akla gelen ilk filmlerden. Dört mevsimi birden görebileceğiniz, bir keşiş ve çırağın rutin gibi gözüken ancak hayatın gerçeklerine açılan hikayesi.. Yönetmen doğayı, doğanın sunduğu güzellikleri o kadar güzel işlemiş ki büyülenmemek elde değil..


Atıf Yılmaz 'ın son filmlerinden olan Eylül Fırtınası ile Bozcaadaya gidelim. 12 Eylül döneminde yaşanan olayları babası kayıp, annesi hasta bir çocuğun gözünden anlatan; kızına ve torununa yardımcı olmaya çalışan dedenin (Tarık Akan) çabalarını göreceğimiz film eminim sizide bir yerden yakalayacaktır. 


Biraz müzik, çokça kahve

         Kahveni hazırla, yerini al ve bırak kendini müziğin tınısına... Bugün sadece senin olsun.


Ayo - teach love

Tracy Chapman - Change

Oi Va voi - Yesterday's Mistakes


7 Eylül 2014 Pazar

Maleficent, masallar bildiğimiz gibi değil.

       


       Çocukluğumuz masallarla geçti, hepimiz milyon kez anne babalarımıza "pamuk prenses ve 7 cüceler, kırmızı başlıklı kız, külkedisi, uyuyan güzel" hikayelerini anlattırmış; bir çok versiyonunu izlemelere doyamamışızdır. Ben Zeynep Değirmencioğlu'nun baş rolünü oynadığı Pamuk Prenses filmini daha bir severdim, hala daha tv de denk gelsem keyifle izlerim. 
       
        Disney tarafından yeniden uyarlanan Maleficent'te Angelina Jolie kocaman kanatları ve muhteşem makyajıyla gerçekten büyülüyor. Elle Fanning 'te fena sayılmaz hani.. Fantastik filmleri, masalları seviyorsan bu film tamda sana göre.. 






Kralın çok güzel bir kızı doğmuştur, tüm periler ve halk prensese iyi dileklerini sunmak ve hediyelerini vermek için sarayda toplanır. Ancak bu şölene bir kişi davet edilmemiştir. Maleficent, perilerin en güçlüsü.. Masal da unutulmuştur, o da bunun karşılığında intikam almak için prensesi lanetler.. Peki gerçekte böyle midir? Filmi izleyin ve görün. 


Ben hayalperest yapım ve masallara olan duygusal bağımdan olsa gerek çok sevdim. Henüz izlemediyseniz Pamuk Prenses ve Avcı'yı da tavsiye ederim. Sizin en sevdiğiniz masal karakteri hangisi?

5 Eylül 2014 Cuma

Ben Bu Aralar.. #2

          Sınav bağımlısı olduğum doğrudur, mezun olunca rahat ederim sandım ama olmadı bu sene o kadar çok sınava girdim ve girmeye devam ediyorum ki bunaldım desem yeridir. Neyse ki girdiğim sınavlardan bir kısmı işe yaradı da yüksek lisansa başlıyorum :) Tabi bu telaşeler arasında yaz tatilim yalan oldu, bunalımdayım. Sonbahar tatili planlamaya çalışıyorum, önerilerinize açığım.

        Bu süreçte makale okumaktan şiştim, kitap okumaya vakit bulamadım ancak şuan büyük bir keyifle "Oblomov" u okuyorum ve kendisine inanılmaz özeniyorum.. Hani okudukça yataktan çıkmama fikri bana oldukça sempatik geliyor. Kalan vakitlerimde ise kendime ev arıyor, bulamadığım evimi döşeme hayalleri kuruyorum. İşte bulsam ne güzel olur. 

       Yerleşememe durumum var bir de.. Ne ailemin evine aidim ne de kendime ait bir yerim var, böyle ortada kalmanın verdiği sıkıntıları yaşıyorum. Gideceğim için dilediğim gibi yayılamıyorum zaten eşyalarımın bir kısmını İzmir de bırakmıştım hani hiç lazım olmaz dediğimiz şeyleri tatile giderken falan yanımıza almayız ve lazım olacağı tutar ya, heh yanımda olmayan ne kadar eşyam varsa lazım olası geliyor sinirleniyorum haliyle. Benden bu kadar.. 

       Bu da günün şarkısı olsun.