19 Kasım 2013 Salı

2 Film

   
    Çok uzun zamandır sinemaya gitmediğimi fark eder etmez vizyondakilere göz attım ve kısa süre aralıklarla "Hükümet Kadın 2" ve "Benim Dünyam"ı izledim.

     Hükumet Kadın ilk filmiyle hikaye açısından hoşuma gitmiş olsa da bir olmamışlık var gibiydi. Açıkçası 2. filmde de bence bu olmamışlık devam etmiş. Sanki bütün film Sermiyan Midyat ve Demet Akbağ üzerine kurulmuş gibiydi ve başta komik gelen espiriler 2. yarıda da tekerrür etmeye başlayınca baydı. Gene de izlenebilir nitelikte bir film diye düşünüyorum ama televizyonda. (her ne kadar filmlerin sinema salonlarında izlenmesi kanısında olsam da...)







    Benim Dünyam ise benim için tam bir hayal kırıklığı oldu, bir çok kişi bayıldı beğendi ama açıkçası ben film içerisinde sıkıldım ki bunun en büyük etkeni "Black"i izlemiş olmam ve sürekli kıyaslama yapıp sinirlenmemle alakalıydı sanırım. Beren Saat dizi oyuncusu olarak başarılı olsa da bence sinemada vasat bir oyuncu. Güz Sancı'sında da bebek konuşmasını andıran Rum aksanını düşününce çokta şaşırtıcı sayılmaz tabi.. Filmdeki söz konusu kızı zihinsel engelli olarak tasvir etmesi veya ekrana böyle yansıtması ki kör ve sağır olmasına karşın mücadele edip ayakta durmaya çalışan bir karakteri düşününce çok saçmaydı. Ayrıca orjinal film ortada, konu da uyarlama çokta kendimi zorlamayayım "kopyala yapıştır" tarzındaydı performansı. Bunun dışında kör ve sağır birinin ayakta kalma mücadelesini anlatan ve sinemaya uyarlanan bir filmde alt yazılı veya işaret diliyle anlatımın mevcut olduğu özel seansların da düzenlenebileceğini düşünüyorum. Film de uyarlamadan ziyade aynısını Türk oyuncularla yeniden çekme olmuş.  






6 Kasım 2013 Çarşamba

Söyleyecek Bir Kaç Bir Şey Var.

     Son çıkan yasa tasarılarıyla, liselerde evliliğin artık yasallaştığı, üniversitedeyken evlenirsen  13 milyarlık borcunun kaldırılacak olması bana bir hayli ilginç gelmişken yetkili mercilerin son açıklamalarıyla "kızlı erkekli" yurtların ayrıştırılması durumu ve daha da kötüsü (daha da kötüsü diyorum çünkü özel mülkiyeti teftişin nasıl yapılacağını anlayamadım, ayrıca bana göre erkekli erkekli, kızlı kızlı aynı evde kalmak bu bakış açısıylada sıkıntı yaratabilir bu durumda -cinsel kimliğini açıklamaktan fişlenmekten çekinen bir çok kişiyi düşününce- bilinemez yani, homofobik bakış açısıyla mazallah) aynı evde yaşamaları durumu bir hayli şaşırttı. Şaşırtmamalıydı aslında tabi ama... Kızlı erkekli yurtların ne gibi sakıncaları olabilir diye düşünmedim desem yalan olur. Ancak bence daha önemli sorunlar var, mesela o yurtların önündeki uyuşturucu çeteleri.. Ya ne yurdu gerçi bugün bakkala gitmekten hatta gece 10'dan sonra alınamayan alkolden daha kolay bulunabilen şeylerden bahsediyorum.. Neyse kanunen kullanıcı olduktan sonra ve belirli bir miktarı geçmedikten sonra bir sıkıntı yok, bu hususta düzenlemede anlamsız olurdu zaten.

    Geçen gün "türbanla" meclise giremiyoruz feryadlarından öte göremediğimiz milletvekillerimiz, sonunda yeni yasa tasarısıyla meclise girebildi. Bu beni rahatsız etmedi (çünkü yaratılan ikilemde nedense böyle bir rahatsızlık duyulmalı gibi bir izlenim yaratıldı, sanmıyorum ki bir tek kadın böyle bir şeyden rahatsız olabilsin.) bilakis kendi hür iradeyle verdikleri karara saygı duyulması ve kendi tercihleriyle var olabilmeleri bir kadın olarak beni sevindirdi. Ama şöyle bir gerçek var ki çıkıp özgürce, kendi düşündükleri doğrultusunda yaşadıklarını hissettikleri özellikle "madur" olduklarını söyledikleri bir ortamda taciz, tecavüz, şiddet, cinsel ayrım gibi konularda "madur" olan kadınlar hakkında bir şeyler söylesinler, söyleyebilsinler isterim. Zatende söylenmeli! Çünkü öyle bir duruma sürükleniyoruz ki biz kadınlar olarak bir şekilde bir yerde sesimizi çıkarabilmeliyiz. Bugün 16-17 yaşında evlendirileceksek (16-17 yaşında evlenmeyi bugün hala bir çok genç kızımız kendi iradesiyle seçemiyor, bilmiyor olamazsınız), 13-14 yaşında bir okula başımız kapalı girebilceksek(13-14 bu kararın yönlendirmeden uzak tek başına verilebilceği yaş değil, verilse bile bazı aileler içerisinde zorlamalar olduğunu hepimiz görüyoruz biliyoruz değil mi?), üniversitede 3 kuruş (pek 3 kuruş sayılmasa da) için evlenmemiz avantaj haline geldiyse... Sahi neden evleniyoruz? Yani neye biz karar veriyoruz hiç düşündünüz mü? Yasalar önünde en doğal hakkımızı ararken kendimizi savunacak insanları (sahi niye birileri bizi savunuyor?) bizi çokta anlayamayacak ve dayatılan ahlak kurallarının kaidelerine uyma gibi bir yükümlülüğü olmayan (o değilde bu "ahlak" kuralları denilen şey neden kadın üzerinden dönüyor?) bir cinse bırakıyoruz? 

     Acaba gerçekten biz kadınlar olarak kendi özgürlüklerimize değer vermiyor ve kararlarımız üzerine yorum yapabilme hadsizliğine biz yol açıyor olabilir miyiz?

3 Kasım 2013 Pazar

Duygu Asena : Kadının Adı Yok


 Sokakta çöpe çıkmış kitaplar arasında bulduğum ve uzun zamandır okumak istediğim ama bir türlü almaya fırsat bulamadığım Duygu Asena'nın bu kitabını görünce çok sevindim. Kitap çöpe atılır mı diye çok şaşırmış olsam da tesadüfi buluşmamız açısından hayırlara vesile olmuş bile diyebilirim.

Kitap fazlasıyla ince olmasına karşın içinde bir çok şey barındırıyor. Romanda anlatılan kadının, çocukluk döneminden, genç kızlığına evliliğine dair bir çok şeyi kısa ancak anlaşılabilir sade, çarpıcı bir dille anlatıyor. Aslında bahsi geçen klasik bir Türk kızı; olaylarda diyaloglarda belkide kendi hayatınızdaki ya da çevrenize (80lerden bugüne ne yazık ki çokta değişemeyen) dair söylemleri bulabilirsiniz. 

Kitaptaki kahramanımızın bir adı yok, tüm hikaye boyunca ismi yazılmıyor; bu haliyle de kitap başlığına atıfta bulunuyor Duygu Asena. Zaten toplum içerindeki baskıları düşündüğümüzde kadının adı çokta önemli değil. Erkeğini temsil etsin, ailesine leke sürmesin, normlara uysun, iş-güç bir yere kadar, kendinden beklenenin fazlasına çabalamasın, çünü onun için "kadın" için beklenen bu. Baskılarının nedenlerini bir türlü anlayamayan ve kendi hayatı için, mutluluğu için çabalamaya çalışan bir kadın. İstekleri, arzuları, hakları olduğunu keşfeden; bir erkekten daha güçlü olabileceğini anlayan, düşünen, direnen bir kadın.

 Kitap sona erdiğinde ismiyle ne kadar büyük anlamlar taşıdığını özümsüyorsunuz. Bana göre Duygu Asena'yı en iyi anlatan kitabı ve muhakkak okunması gerekenler arasında.



     

      Henüz izleyemesem de 1987 yılında Atıf Yılmaz'ın yönetmenliğini yaptığı film Duygu Asena'nın kitabından aynı isimle uyarlanmış.  İzlemek daha kolay diyenlerdenseniz, bir seçenek olabilir. İzlemişseniz de yorumlarınızı bekliyorum, zira kitap uyarlamaları genelde benim için bir hayal kırıklığı oluyor ancak filmi de merak ettim. 


2 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Günde Kaç Kez Gerçekten Aynaya Bakıyoruz?


    İsterdim bende sabit fikirlerim olsun, tek bir hedefim ve ona göre çizilmiş bir yolum... Ancak öyle büyük dengesizlikler içerisindeyim ki bir anım bir anımı tutmuyor. Halet-i ruhiyem her an değişebilir dediysek boşa demedik yani. Tabi bana göre hava hoş iken bu durum etrafımdaki kişileri çileden çıkarmıyor desem yalan olur. Ne var ki bir an dışarı çıkasım gelmişse ve sonra vazgeçip ufonun karşısında yayılmışsam ya da pat diye basıp gitmişsem. Normali bu olmalı yani bence, bana göre. Bu manyak ruh halim sadece kararlarıma değil, beğenilerime, zevklerime isteklerime de yansıdı. Önce havalar dedim, sonra koyver geçer dedim, baktım olmadı bence iyisin dedim es geçtim.. 

    Sonra bir gün adam akıllı düşündüm de, tüm bu dengesizliklerim aslında birçok şeyi kısacık bir zamana sığdırabilmekten kaynaklanıyormuş. Çünkü bir şeyleri yetiştirememekten korkuyorum, pişman olmaktan, ah keşkelerden, nedenlerden, niçinlerden... 

    Rüyaları sevmem, anlamsız gelir... Gerçek dışı ya da olmayanla kısacık da olsa kandırmaca gibidir. Anlatılsın da istemem... Zaten biz neden her şeyi anlatma ihtiyacı duyuyoruz ki? Bir şey de bize kalsa olmaz sanki.. Biriyle paylaşma, uzun uzun konuşma ihtiyacı. 

    Aslında bizim en çok susmaya ihtiyacımız varken, sürekli umursazca konuşma güdüsü.. Onun hakkında, yanında olmayan üçüncü hakkında.. Sahi üçüncü olmak ne iğrenç bir şey, ortada sıkışmış ne sağa ne de sola gidebilen. Sokakta gördüğümüz alelade birinde bile söz hakkımız var, ne güzel dilin kemiği yok, lafın sözün sonu yok.. Acaba bir günde kaç kez "gerçekten" aynaya bakıyoruz, hiç düşündünüz mü?