30 Ağustos 2013 Cuma

Yarın Başka Bir Yerde Görüşmek Üzere



      Ne çabuk bağlanıyor, ne kadar da çok seviyoruz. Hele ki biz kadınlar, hamurumuzda sevgi tozu bolca kullanılmış; azıcıkta katlanma iksiri atılmış gibiyiz. Kalbimizi kıran adama, arkadaşımız sandıklarımıza, her fırsatta bir açığını kollayıp "ama başaramadın tatlım" diyen sözde akrabalarımıza... Tamam başta seviyoruz da gerçekleri farketmeye başladığımızda katlanmaya çalışmakta neyin nesi?

     Alışkanlıkta en büyük bahanemiz. "Alıştım bir kere kaç senelik kocam, alıştım ben onun bu hallerine iyi kötü arkadaşım" ee sonra? Kötüye alışmak kadermiş gibi sindirip geri çekilmek ne de kolay. 
    
    Mücadele etsek olacak ama ona da cesaret mi yok acaba? Vazgeçmek mi koyuyor, adına "emek" dediğimiz zaman mı? Düzelmeyene neyin emeği? Kendimizi sevmekten çekinirken başkalarının isteklerini, kırgınlıklarını, alınganlıklarını mı önemsemek en güzeli? 
  
    Çok kızıyorum! Artık bir şeylere alışmak istemiyorum, her sabah aynı kahvaltıya uyanmak; aynı yerde uyumak, aynı pencereden bakmak, aynı saatte aynı kıvamda yapılmış kahveyi içmek... 

    Hepsinden vazgeçtim. 

    Yarın başka bir yerde başka bir güneşe uyanıyorum. Tüm korkakların yerine. 

25 Ağustos 2013 Pazar

Çok mu sıkıldın?

   

      Anlaştılar mı naptılar bilmiyorum ama bu ay kanımca 2013'ün en çok evlendirdiği ay. O kadar ki aile, eş dost düğünü derken "Ankara'nın bağları" oynamadığım günüm geçmiyor kshfkajf. Düğünler kır, otel, havuz başı, tekne şeklinde konseptlere bürünse de şarkı aynı ve bir gece de en az 2 kere çalınabiliyor. 

      Senenin modasıysa söyleyin kabulleneyim. Hayır gençliğimin baharında hoppidi hoppidi gezmelerimin başındayken "evde kalabilirsin hee okulu bitir eşi bağla" bakışları imaları başlamışken.. Hayır hayır. Düğünümde Buika çıkmayacaksa ve de şu şarkısında bachata yapmayacaksam evlenmemin ne anlamı var.  




     Düğün düğün gezmenin dışında bolca kahve tüketmek şu ara en büyük keyfim. Bir de yanımda sevdiğim arkadaşlarım varsa iki lafın belini bükmenin ötesinde çınlamayan kulak kalmayabiliyor. (Sadece sanat, politika, film, müzik konuşuyoruz, lütfen yanlış anlaşılma olmasın :P )
                                                falsız kahve mi olurmuş?
         

           Şu sıra bitmesin diye uzunca aralarla ama büyük bir merak ve keyifle "Black Mirror" izliyorum. Şu zamana kadar izlediğiniz bir çok diziden farklı her bölümüyle "yok artık resmen ne kadar güzel anlatmış asıl mesajı" diyeceğiniz 2 sezonluk ve her bir sezonu sadece 3 bölümden oluşan güzel diziyi izliyorum. Son iki bölümüm kaldığından mıdır nedir bende bir hüzün havası şu aralar, bitmesin diye mümkün oldukça izlemeyi erteliyorum.




   Umay Umay'ı şarkılarından bilirdim de yazarlık yönünü çok geç keşfettim. Çabucak ısındığım yavaş yavaş okumak için uzattığım "Orospu Kırmızı" kitabı şu ara okuduklarımdan dinlemediyseniz içinize işleyen şarkılarını, okumadıysanız da kitabını tavsiye ederim. 


Sinemaya uzunca bir süre gitmediğimi fark edince yazın bunaltıcı sıcağına klimadan donduran sinema salonları çare olur bir de seyirde hoş bir film olursa değmeyin keyfime deyip birincisini büyük bir keyifle izlediğim ama ikincisinde aynı tadı alamadığım şirinleri izledim. 3 boyutlu hallerini pek göremediğimiz filmde sanırım konu biraz donuktu ya da bana öyle geldi.. Yine de içimizdeki çocuğa bir kıyak geçelim derseniz izleyecekleriniz arasında olsun. :) 

 

Müzik hiç susmasın.. Şu sıra en çok dinlediklerimden Parov Stelar "All Night"  Bütün albüm birbirinden güzel, keyifli şarkılarla dolu. Jazz, House, electro ve breakbeat tarzı müziklerden hoşlanıyorsanız kesinlikle size göre.







24 Ağustos 2013 Cumartesi

Aşığız, Rap Rap !

          
          Şu sıralar kimle konuştuysam aşık ve şikayetçi. 

         Aşk nefrete yakın, mutsuzluğa çeyrek, kıskançlığa paralel, şaşırmaya birebir. 
         
         Hani bazen insan diyor dünya sadece kadınların yönettiği; (eminim o zaman savaşlar, stratejiler, kan dökmeler olmazdı. - tamam kesin olurdu biz sinirlendiğimiz de çok fena olabiliyoruz ama genel olarak rose şaraplarımızı yudumlarken politikada yapabilirdik, en nihayetinde çocuğa bakma, minimum 8 saatlik iş hayatı ve başarıyla tırmanılan kariyer basamaklarının yanı sıra eve dönüşte yemek yapma ki yemeği yaparken de telefonda günün özetini en yakın kankaya anlatma gibi yüksek kapasiteli kabiliyetlerimiz var. Yorulma programımız ancak uyumak için uzandığımız da devreye giriyorken, çok yoğundum bugün deyip kumandaya yapışan adamlardan bünyemizin daha farklı çalıştığı kesin. -) şipşirin bir sürü tombul kadının yaşadığı bir yer olsa.. la la laaaa ( O kadar da değil tabi ki, Magic mike filmindeki beylerden de olsun, bir sürü olsun; bizim olsun :) )

         Seviyoruz bağlanıyoruz da gidip o ipleri ne diye bırakıyoruz. Aşık olunca güçlü, kendine güvenen, sexy, bakımlı, iddalı kadın olmayı unutuyoruz. Annelik hormonlarımız deli gibi çalışıyor aman üşütmesinler ay ya ona birşey olursalar... Boşversek olmuyor. Erkekse öyle bir ego ki; yönetmek, çekip çevirmeye çalışmak en büyük meziyeti (!)  "O beni çok kıskanıyor, seviyor çünkü o yüzden herşeyime karışıyor." Bok seviyor! 
     
        "Öyle biri olsun ki, dünyamın merkezine koyayım, etrafında döneyim, kulu olayım ne derse yapayım" daaa gelsin azıma sıçsıncılar var bir de. En sevdiğim gurup bu, kendisi ediyor kendisi buluyor. Böylesine karışmaya, "bırak bebişim sana bundan hayır yok demeye" bile gerek yok boşa zaman, boşa hacet. 

        Seven adam karşısında ki kadına saygı duyan adamdır. Çıplak gezmiyoruz çok şükür, bu zamana kadar nereye kaçta gidilip gelinceğini de biliyoruz da ne diye birisi bize söylesin istiyoruz onu anlamadım. Kuzum acaba biz biraz manyak mıyız? Kendi kendimize taktikler yapıp, bağlayacağız derken "Firdevs hanım oyunları" oluveriyor bizim elimizde Cemile'nin kör talihi. Kaptan olsalar anlayacağım, o da değil ki.. Ama aşığız rap rap!

       "O bir gün pişman olur" olur tabi olmaz olur mu, en dönmez dediklerin döner de.. (dönmeye de biliyor efendim, cinslerine göre değişiyor bunlar.) Sen değişmedikten sonra çok zor.  
     
       Velhasıl, ilişki olayları bu kadar komplike iken sen, sen olmaktan vazgeçip farklı bir ruh haline büründüğünde her şey daha da karışıyor. Aşk; sevgi varsa, anlayış, saygı varsa, kıskançlık minimumdaysa, kavgalar tadındaysa güzeldir. 

        Kalanı... Anca kandırmaca. 

22 Ağustos 2013 Perşembe

Demem o ki..

     "Hayallerini yak evi ısıt..."  çok eski zamanlarda okuduğum, kitabına da ismini veren Cezmi Ersöz şiiriydi. Bugün ne düşünüyordum bilmem bir şekilde aklıma düştü. Sanırım dünden bugüne hedeflediğim, planladığım şeylerle alakalıydı. Çok şey isteyip, çok farklı yerlere savrulmakla ilgili belki de...
     
      O yüzden olsa gerek söylendim sanırım; "hayallerini yak evi ısıt!" En çok kendim olmaya ihtiyacım var şuara. Bir de gerçeklerle yüzleşmeye, an geliyor öyle çok kaptırıyoruz ki kendimizi hayallere. Ah o pembe diziler, gereksiz romantik komediler. Her şeyden çok kabullenip çözüm üretmeye ihtiyacımız var sanırım. İşimizi, geleceğimizi, sevdiğimizi, sevemediğimizi, isteklerimizi, amaçlarımızı... Sanırım diyorum ya hep, bir de emin olmaya ihtiyacımız var. Kesin, net ve en çokta hür! Ancak o zaman koşullar içinde hayaller var olur, umut olur. Bu sebepten artık sende "hayalleri yak evi ısıt."   

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Günün şarkısı

Imany - You Will Never Know

 

Değişebilmek !

   Sosyal medyada büyük tepki gören ve uzunca tartışılan Meral Tamer'in "şort" temalı yazısına açıkçası bende tepkisiz kalamadım. Özellikle de yazının sonunda kendi yorumuyla Başbakanın muhafazakar iktidarına karşı bir tepki olduğunu düşünmesi fazlasıyla komik geldi. Her ne kadar birileri çıkıp "hamile kadınlar sokağa çıkmasın" gibi cümleler edebilecek kadar şuursuz davranıyor olsa da hiçbir kadın kendi özgür iradesiyle yapacağı seçimi böyle bir şeye alet etmez. Hepsini geçtim Türk toplumunun örf ve adetlerini ve müslümanlığın getirilerini hepimiz biliyoruz. Bir cenazeye hiç bir kadının minik şortuyla katılabilecek kadar şaşırabilmiş olduğunu düşünmüyorum.
    Açık veya kapalı olmak bizim tercihimiz olduğu gibi (yıllardır en çok bu konuda kapanma yada açılma gibi kaygıları olmayan erkeklerin yorum yapmasına anlam veremediğimi de belirtmek isterim!) nerede nasıl giyinmemiz gerektiğininde ayırımına varabiliyoruz çok şükür. Otobüste şortu yüzünden dayak yiyen kadın voleybolcuyu ya da en basitinden haddi olmadığı halde karşısındakini uyarmayı vazife edinen teyzeleri, amcaları biliyoruz. Sanırım sorun biraz bizde zihinlerimizi birazcık olsun açabilir ve karşımızdaki insanların tercihlerine biraz olsun saygı duymayı öğrenebilirsek gündemimizde "asıl" konular dışında tartışacağımız hiçbir şey kalmayacak. Çok mu zor, bir düşünmek lazım.  

   Bir de çokça tartışılan türkü meselesi var. Herkes her şarkıyı sevmek zorunda değil ama 2 sene önce en sevdiğim türkülerden diye ağlanıp şimdi çıkıp "içinde rakı geçiyor" deniliyorsa ve bu iki senede bütün milli bayramlardan vazgeçildiyse; kutlamalar "gripler, nezleler" eşliğinde iptal ediliyorsa, birilerine birşeylere karşı tepki olduğunu da düşünmek çok zor olmamalı. 
    
     Gazetelerde milli gelirimizi şu kadar arttıracağız inşallah maşallahlı yazılıları okuyup sevinen insanlara da üzülsem mi, gülsem mi; ne desem bilemedim. Efenim keşke aritmatik hesaplamalardan ibaret olan bu oranların (eminim okumuşsunuzdur, daha önce gelir olarak hesaplanmayan gecede bilmem kaç milyar kazanan sanatçıların gelirleride artık baz alınacak.) bizlerin ekonomisine de bir katkısı olabilse. Olabilse diyorum çünkü arama motorundan araştırma yapabilen insanların hesaplamalara nelerin neye göre katıldığını ve bu rakamların nasıl artabildiğini öğrenmelerini çok isterdim.  Farkına varmamız, araştırmamız ve daha çok öğrenmemiz lazım. Tabi ki benimde.  

     En büyük sıkıntımız eğitim. Hele ki internette gezen tecavüz haberlerinin altına kadınların yaptığı o "kim bilir ne yapti ki bilemeyiz efendim, o da şöyle olmasaydı"lı iğrenç yorumlar beni kahrediyor. Kadın olarak biz kendimize sahip çıkmayıp bu olaylara dur(!) demezken başkalarının bizim adına kanun çıkarmasını beklememiz gereksiz. 
    
     Değiştirebilmek, değişebilmek bizim elimizde... Farkına varabilmemiz dileğiyle..
    
     Saygılar.  

13 Ağustos 2013 Salı

Ahmet Ümit - Beyoğlu Rapsodisi

   

    Uzunca zamandır herkesin elinde görüp merak ettiğim ve itiraf etmeliyim ki daha önce hiç okumadığım Ahmet Ümit'le birazcıkta Pinuccia'nın okuma etkinliğinin vesilesiyle Beyoğlu Rapsodisi'nde tanıştım. Polisiye romanlarına özel bir ilgi duymasamda başlarda durağan giden kitap sonralarda "ee şimdi nolucak acaba?"larla bir iki güne bitti.
   Galatasaray lisesinden arkadaş olan Kenan, Selim ve Nihat'ın dostlukları hiç bozulmadan devam etmiştir. Kenan'ın geçirdiği uçak kazası sonrasında merak sardığı ölümsüzlüğü yakalama düşüncesiyle giriştiği fotoğraf projesi, içinde değişik detaylar barındırmaktadır.      Kitap içerisinde karakter analizleri o kadar güzel yapılmış ki sanki üçünüde çok yakından tanıyormuş gibi hissediyorsunuz. Öyle ki bazı durumlarda hangisinin ne tepki verebileceğini önceden kestirebiliyorsunuz.  Ve bir de kitaba adını veren "Beyoğlu..." Karakterlerimizin neredeyse tüm hayatları burada geçmiş ve kitap içerisinden gidilen bütün mekanlar burada. Elinizde bir kağıt kalem alın, bahsedilen yerleri (Han, hamam, bar, sahaf, tiyatrolar, galeriler, meyhaneler, kör çıkmazlar) bulup görme isteğiyle dolup taşıyorsunuz. Sanırım İstanbul'da yaşıyor olsaydım, bugün çıkar her yeri tek tek keşfederdim.
   Açıkçası Ahmet Ümit'le geç tanışmış birisi olarak kitaptan fazlasıyla keyif aldım. Başlarda çok durağan, sıkıcı gibi gelse de, sizi öyle bir yerden yakalıyor ki kitabı elinizden bırakmak mümkün olmuyor ve tahmin bile edemeyeceğiniz öyle bir son yazılmış ki şaşırıp kalıyorsunuz.  

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Yeşilçam denilince...

  Bayram vesilesiyle birkaç gün evde kalınca ve televizyonda da izleyebilcek pek bir şey bulamayınca, dizilerinde tatile girmesinden mütevellit Türk filmlerini hiç kaçırmıyorum. 2 gündür arka arkaya bu filmlere denk gelince bende de doğal olarak bir nostalji havası oluştu. Hal böyleyken sizinle de paylaşayım istedim. :) 
   
   Birçoklarınız hatırlar, "evlenmek istiyorum" temalı programlar meşhur olmadığı zamanlarda pembe diziler daha yeni yeni türemişken, kadın programlarının K'sı ortada yokken boş olan öğle saatlerinde ya çizgi film yada eski türkfilmleri gösterilirdi. İçlerinde öyle filmler var ki benim için unutulmaz, vazgeçilmez. Yüz kere izlemiş olsam yine oturur izlerim, ilk sefermiş gibi.

 Mahçup Delikanlı : Gülşen Bubikoğlu, Tarık Akan bir filmde oldu mu zaten benim için yeterlidir ama bu filmlerini ayrı severim. (Yaz Bekarı, Evcilik Oyunu, Ah Nerede) Tarık Akan'ın sevdiği kız bir başkasıyla evlenecekken pat diye camı kırıp Gülşen Bubikoğlu'nu kolundan tuttuğu gibi kaçırmasından mı yoksa birbirinden güzel şarkılarla süslenmiş olmasından mı bilinmez yeri ayrıdır.








  
  Sultan : Türkan Şoray denilince sanırım şöyle bir durup düşünmek gerek zira farklı karakterlerdeki rollerin hepsinin üstesinden gelmek ve hepsini başarıyla oynayabilmek büyük bir başarı. Sultan da benim çocukluğum içerisinde "çokameeeel istiyorummm çokaaaameeeeel..." "susadım çeşmeyee.." "tultan benim oladak, -nah senin olacak" replikleriyle halen hafızamda. Bulut Aras, Şener Şen, Adile Naşit ile izlemeye doyulamayan filmlerden.






Yalancı Yarim : "Mahmuuuuuuut!" desem hepiniz hatırlarsınız heralde. Küçük bir nişanlılık yalanı ardından arkası kesilmeyen yanlış anlamalar arasında filizlenen bir aşk. O kadar samimi, o kadar keyifli ki insan izlemelere doyamıyor. Bir de birbirinden güzel Emel Sayın şarkılarıyla adeta mest oluyorsunuz.




Yol : Yılmaz Güney'e Cannes'ta ödül getiren senaryosu Yılmaz Güney tarafından yazılıp, Şerif Gören tarafından yönetilen muhteşem film. Tarık Akan, Halil Ergün, Şerif Sezer'in oynadığı filmde öyle sahneler var ki hala hafızamda. Uzunca bir dönem yasaklanmış olduğundan çok sonraları izleyebildiğim ve sonrasında eski Türk filmleri denildi mi en başlarda sayabileceğim bu filmi halen izlemediyseniz şiddetle tavsiye ederim. İmralı Yarı Açık cezaevinde bulunan mahkumlara verilen bayram izniyle evlerine dönen 5 mahkumun yolda yaşadığı zorluklar ve insan hayatının dramı başarılı bir dille anlatılıyor.





(Fotoğraflar aldatıcı olmasın, film siyah beyaz değil.)

Eski türkfilmleri, yeşilçam denilince sizin unutamadıklarınız bin defa olsa izlerim dedikleriniz en sevdikleriniz neler? 



8 Ağustos 2013 Perşembe

Micheal Buble "To Be Loved"

    Kanadalı pop-caz sanatçısı Micheal Buble'nin 8. albümü "To Be Loved" sonunda çıktı. Önceki albümleri gibi birbirinden güzel şarkıya imza atan Buble ile henüz tanışmadıysanız ya da son albümünü dinlemediyseniz daha fazla geç kalmayın derim. 


Eğlenceli kliplerindense canlı performanslarını sevdiğim ve ölmeden önce canlı dinlemem gereken sanatçılar listemin üst sıralarında yer alan Micheal Buble'nin albüm içerisindeki favori şarkım "Who's Lovin you".



"Feeling Good" ise hala dinlemeye doyamadıklarımdan.

Hala izlemediysen Las Vegas

  Yaz aylarında fazlasıyla boş olduğumdan sevdiğim dizileri çabucak tüketiveriyorum. Tam da bu durumdayken ne izlesem diye düşünürken aklıma "Las Vegas" geldi. Daha önceleri CNBC-E' de denk geldikçe izlediğim şimdilerdeyse müdavimi olduğum bu dizi, kart oyunlarını seviyorsanız (izledikçe hiç olmadı Kıbrıs'a mı gitsek, öyle heves almalık poker oynayıp dönsek mi gibi yan etkilerde yaratmıyor değil tabi )  ve Las Vegas'ta hayat nasıl dönüyor acaba diyorsanız tam da size göre...


Josh Duhamel'de izlemek için etken olabilir :)



Karakterlerin başına gelenler ve kumarhane içerisinde yaşanan enteresan olaylar fazlasıyla eğlenceli ve komik. Dizi içerisindeki olaylar genelde birbirine bağlı olmadığından çokta süreklilik istemeyen, dolayısıyla da sıkmayan bir seyir içinde. Ne izlesem diye kararsızsanız ve Tv'de 592984. kez tekrarları yayınlanan dizilerden de sıkıldıysanız tavsiye ederim. Keyifli izlemeler :)

6 Ağustos 2013 Salı

Jerzy Kosinski Boyalı Kuş





 Boyalı Kuş, Kosinski'nin hayatından izler taşıyan etkileyici; sarsıcı bir kitap. Kitabı okuduktan sonra ölümünün mü daha kötü yoksa hayatının mı daha kötü olduğuna karar veremedim. Kitap Kosinski'nin diyimine göre otobiyografisi olmasada yaşamından derin izler taşıyor. 
   II. Dünya savaşının gerçekleştiği ve Alman faşizminin hızla devam ettiği zamanlarda yahudi kökenli ailesi onun daha iyi kaçabilceğini ve olası tehlikelerden korunmasının daha kolay olabilceğini düşündüğünden para karşılığında tanıdıklarının yanına yollarlar. Fakat şartlar düşündükleri gibi ilerlemez ve sonrasında küçük yaşta ölüm, savaş, vahşet yaşamının bir parçası haline gelir.
    Kara saçlı, kara gözlü, esmer tenli çingene olduğuna inandıkları bu çocuğu nazi subaylarının korkusundan kimseler istemez ve sürekli kaçmak zorunda kalır. Yanına yerleştiği köylülerden gördüğü eziyetler, şiddet anlatılabilcek gibi değil. Yapılan bir askın sonucu konuşma yetisini kaybeden çocuk, belirli bir süre sonra ailesine kavuşuyor ancak yine de onca kötülükten sonra dertler peşini bırakmıyor.
   Kitabın sonunda Kosinski'nin yazdığı bir not mevcut. Yayınlandığı dönemde bir çok isimden tehdit almış ve komunizmi özendirmekle suçlanmış hatta tehditler doğrultusunda evi bile basılmıştır. Ancak Kosinski bu kitabında kendi hayatından derin izler taşıyan bir çocuğun öyküsünü yazmıştır.
    Yazar, ordan oraya savrulan savaş şartlarında acılı bir çocukluk geçirmiş; taksicilik, tamircilik gibi çeşitli birçok işte çalışmış Lodz üniversitesinde yüksek lisans yapmayı başarmıştır. Mary Hayward ile tanışıp evlenmesiyle bütün hayatı değişmiştir. Artık özel uçağı, yatları, katları olan bir yazardır. Ancak çocukluğundan bu yana yaşadıkları ve ruhsal çöküntülerinin arttığı bir dönemde banyo küvetinde, başına naylon torba geçirerek intihar edip ölür.
   Yazarın hayatın hikayesiyle birlikte kitabın gidişatı değerlendirilip okunulduğunda olaylar etkisinden çıkılamayacak bir hal alıyor. Her bölümde okuyanın boğazı düğümlenip içine fil oturmuş hissi yaratsada muhakkak okunulup üzerinde düşünülmesi gereken bir hikayesi var. 

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Victoria Secret Meleklerinin Sokak Stili

 Podyumlardan takip ettiğimiz, birçoğumuzun güzellikleriyle kıskançlıktan patladığımız, yea makyaj güzeli onlar diyip kendimizi avutmaya çalıştığımız Victoria Secret melekleri günlük hayatlarında nasıl, neler giyiyor görelim.

  Miranda Kerr






Orlando Bloom'la aşkları yeteri kadar sinir bozucuyken bir de bebeklerinin olup vücudunun bir gram bozulmayışı ve üzerine Miranda Kerr'in bebeklerini taşıyışının bir aksesuar gibi kusursuz durması nasıl açıklanabilir bilemedim.  













  Büyük çantalar, trenç kotlar üzerine kombinlediği basic parçalar Miranda Kerr'in vazgeçilmezi. Podyumdaki şıklığını günlük hayatında da sürdürenlerden. topuklu ayakkabılarıda olmazsa olmazlarından. Günlük hayatta kullanmaktan vazgeçemediği bir diğer parçada şapkaları. şapkalı, deri ceketli salaş ama şık hallerini ben daha çok beğendim.

Doutzen Kroes

    Meleklerin içinde kuşkusuz en beğendiğim olan doutzen'de anneler kervanında. Doğal duruşu, makyajsız halleri, topuz saçlarıyla hayran olmamak elde değil. 
  



Doutzen Kroes'un  moda ikonası olacağım, illa bakımlı olmalı, fönsüz dolaşmamalıyım triplerinde olmaması ve olabildiğine doğal, rahat gezmesi çok hoşuma gitti. Beğendiği bir parçayı bir kere giydim bir daha giyemem demek yerine başka parçalarla da kombinlemiş. Saçlarını genelde topuz veya at kuyruğu olarak kullanması, sandaletleri, kot şortlarıyla bizden biri gibi rahat ve sempatik.









 Zaman zaman podyumdaki hallerini aratsa da ben doğallıktan yana olan sokak stilini çok sevdim.



 Cara Delevingne

    Yaşıyla, güzelliğiyle, eğlenceli halleriyle hepimizin imrendiği Cara'nın sokak stili rahat, spor hatta belki birazcıkta umursamaz denilebilir. Günlük hayatında makyajsız, gelişi güzel topladığı saçları, ne bulduysam giydim umurumda mı tarzıyla bile fazlasıyla güzel ve eğlenceli. 
    




  Bizler taksak besleme gibi durcak şapkaları günlük tarzının vazgeçilmezlerinden. Genel olarak bir kot bir tişört, deri ceketler, salaş kazaklar Cara'nın favorileri. 





Basit parçaları birleştirip kendi tarzına uygun hale getirebiliyor. Kimine çok paspal gelsede bence şu halleriyle çok cool. Instagramda ki hesabını takip edip eğlenceli hallerini görmenizi tavsiye ederim. Ünlü tribinden uzak; sade, duru ve doğal.