30 Aralık 2013 Pazartesi

2014 için...


       2013 bittiğine ve 2014 başlamak üzere olduğuna göre zaman; eskiden ders alıp, yeni kararlar alma vakti. Nacizane ders almak pek tarzım olmasa da bile isteye yine aynı şeyi, aynı şekilde yapacak olsam da yeni yıla kararlı, motive olmuş bir şekilde girmek bence çok önemli... Bu sene için aklımdakiler : 

1.Başladığım ama asla bitiremediğim bütün işleri tamamlamak, 
2.erken uyanmaya başlamak, (ihtimal vermesem de artık 12lere veda etmenin vakti geldi. -her sene söylüyor olabilirim.-)
3. okuyacaklarım listemi yenilemek, 
4.yeni albümler keşfetmek, 
5.haritadan bir yer seçip gidebilmek,
6.blogumda keyifli bir etkinlik düzenlemek (aklımda bir kaç bir şey var) 
7.İzmir de gitmediğim görmediğim yer, müze, kasaba bırakmamak...
8. SPK 'dan eylülde en az 4 ders verebilmek,

    Sene içerisinde de muhtemelen yeni hedefler ekleyecek, bazılarından vazgeçeceğim belki ama en azından bunların hepsini gerçekleştirebilmek niyetindeyim. 2013 için tüm hedeflerim gerçekleşti mi dersem -2'yi her sene tekrarlıyor hiç başaramıyorum bu seneye kısmet artık.- pek değil ama bu sene çok daha farklı olacak, acayip inançlıyım :) 
  
 Sizin 2014 hedefleriniz neler?  

Tiyatro : Kesik

      Tiyatro severseniz ve sizde benim gibi son dakika kararlar alıyor ve akşama oyuna mı gitsek dediğiniz de yer bulamıyor ya da büyük sahnelerden, klasik oyunlardan sıkıldıysanız İzmir'de geçen seneden beri hemen hemen her hafta oyun hazırlayan Tiyatro Salt ile tanışmalısınız. 40 kişilik kapasitesi ve sahne biçimindeki salonlarıyla alışılmışın bir hayli dışında. 

     Geçen hafta mybiletteki etkinlik aramalarım sonucu "Kesik" oyununu buldum. Simsiyah oda/sahnesi ve yarattığı oyunun içerisindeymiş hissiyle benim için bir hayli ilginç oldu. İlk defa gittiğim bir oda oyunu olduğundan açıkçası bu kadar iç içe olmak beni biraz gerdi. Ancak oyuncuların rahatlığı ile hikayeye kapılı veriyorsunuz. 



    "Sistemlerin, geleneklerin ve bireylerin kendi üzerlerinde yarattığı sıkışmışlıktan çıkmak mümkün müdür?" sorusuna sert ve ürkütücü bir cevap arayan bir oyun... "Kesik" metafor, bahsedilen karşı çıkılan geleneği, inançları başkaldırışı doldurmakta zorlandım, dolayısıyla da oyun içinde biraz ilgi kaybına uğradım. Ancak hiç oda oyununa gitmeyen ben için hoş bir etkinlik oldu. Kitap, müzik konuşmak yazmak kolayda benim için bir oyunu kelimelere dökebilmek çok zormuş bunu farkettim. Siz en iyisi gidip görün, yorum sizin :)

8 Aralık 2013 Pazar

İzmir de Sanat Günleri

   Şu aralar ne kadar sıkıldığımdan bahsetmiş olmalıyım ki bahsetmemişsem de durum bu :) Ancak benim gibi skılgan bünyeler için bu ay İzmir fazlasıyla alternatif dolu.. Kendim için küçük bir araştırma yaparken farkettim ki bu seferde seçim yapmak zor. 

   Tiyatro severseniz ve oyunları yakından takip ediyorsanız; 6 Aralık itibariyle 2. Uluslararası İzmir Tiyatro Festivali başlamış bulunmakta. Fiyatlar normale göre uygun olsa da çok büyük indirimler olduğu söylenemez. Ancak  Ferhan Şensoy, Zerrin Sümer, Ayberk Atilla, Pamela Spence, Gamze Topuz, Yunus Günce, Levent Ülgen, Goncagül Sunar gibi bir çok ünlü oyuncunun yer olduğu oyunların yanı sıra çeşitli üniversite ve topluluklarında yer aldığı festival kaçırılacak gibi değil. Detaylı bilgi ve bilet satış için  http://www.mybilet.com/chart/izmir-tiyatro-fest/  yararlanabilirsiniz. Çok geç kalmayın biletler şimdiden tükenmek üzere..

     Bir diğer alternatif ise Ege üniversitesinin düzenlediği 5. Uluslararası Egeart Sanat Günleri 6-15 Aralık itibariyle başladı programa şuradan ulaşabilir, buradan ise detaylı bilgi alabilirsiniz. Çeşitli sergi, söyleşi, film gösterimi gibi kapsamları bulunan programda size de hitap edebilcek şeyler bulabileceğinize eminim. 12-13 Aralıkta gösterilecek filmleri özellikle henüz izleyemediyseniz şiddetle tavsiye ederim. 15 Aralık Zeki Demirkubuz söyleşisi ise bence kaçırılmamalı.

   Siz bu aralar neler yapıyorsunuz? Gözden kaçırdığım veya önerebileceğiniz bir şeyler var mı? 

Düğün Dernek

     İzmir'in kışın da sıcak olduğunu düşünüyor ve yakınlar da İzmir'e fln gelmeyi planlıyorsanız kesinlikle yanılıyorsunuz. Keşke kar yağsa dediğim günlerdeyiz... Havalar buz e bende bu soğuklarda deniz kenarında bira içme tarzı aktivitelerimi kenara kaldırdığımdan olsa gerek sürekli sıcak avm'lerde daha da sıcak sinema salonlarında alıyorum soluğu.. (o değilde bir anda bütün gazi kadınlar nasıl değişti, nerede o eski rock barlar; kaliteli guruplar.. varsa yoksa dıptıs dıptıss.. sıkıldık ayol!)








    Düğün Dernek, konusu itibariyle bana Sermiyan Midyat'ın "I Love You" filmin, anımsattı. Konu olarak yakın olmasına karşın mekan ve espiriler farklı tabi ki.. Eğlenceli ve gülmelik bir film yani şu aralar dramlardan çok sıkıldıysanız tavsiye edebilirim.

    İzlediyseniz siz ne düşünüyorsunuz, ayrıca şu aralar tavsiye edebileceğiniz bir şeyler var mı?

19 Kasım 2013 Salı

2 Film

   
    Çok uzun zamandır sinemaya gitmediğimi fark eder etmez vizyondakilere göz attım ve kısa süre aralıklarla "Hükümet Kadın 2" ve "Benim Dünyam"ı izledim.

     Hükumet Kadın ilk filmiyle hikaye açısından hoşuma gitmiş olsa da bir olmamışlık var gibiydi. Açıkçası 2. filmde de bence bu olmamışlık devam etmiş. Sanki bütün film Sermiyan Midyat ve Demet Akbağ üzerine kurulmuş gibiydi ve başta komik gelen espiriler 2. yarıda da tekerrür etmeye başlayınca baydı. Gene de izlenebilir nitelikte bir film diye düşünüyorum ama televizyonda. (her ne kadar filmlerin sinema salonlarında izlenmesi kanısında olsam da...)







    Benim Dünyam ise benim için tam bir hayal kırıklığı oldu, bir çok kişi bayıldı beğendi ama açıkçası ben film içerisinde sıkıldım ki bunun en büyük etkeni "Black"i izlemiş olmam ve sürekli kıyaslama yapıp sinirlenmemle alakalıydı sanırım. Beren Saat dizi oyuncusu olarak başarılı olsa da bence sinemada vasat bir oyuncu. Güz Sancı'sında da bebek konuşmasını andıran Rum aksanını düşününce çokta şaşırtıcı sayılmaz tabi.. Filmdeki söz konusu kızı zihinsel engelli olarak tasvir etmesi veya ekrana böyle yansıtması ki kör ve sağır olmasına karşın mücadele edip ayakta durmaya çalışan bir karakteri düşününce çok saçmaydı. Ayrıca orjinal film ortada, konu da uyarlama çokta kendimi zorlamayayım "kopyala yapıştır" tarzındaydı performansı. Bunun dışında kör ve sağır birinin ayakta kalma mücadelesini anlatan ve sinemaya uyarlanan bir filmde alt yazılı veya işaret diliyle anlatımın mevcut olduğu özel seansların da düzenlenebileceğini düşünüyorum. Film de uyarlamadan ziyade aynısını Türk oyuncularla yeniden çekme olmuş.  






6 Kasım 2013 Çarşamba

Söyleyecek Bir Kaç Bir Şey Var.

     Son çıkan yasa tasarılarıyla, liselerde evliliğin artık yasallaştığı, üniversitedeyken evlenirsen  13 milyarlık borcunun kaldırılacak olması bana bir hayli ilginç gelmişken yetkili mercilerin son açıklamalarıyla "kızlı erkekli" yurtların ayrıştırılması durumu ve daha da kötüsü (daha da kötüsü diyorum çünkü özel mülkiyeti teftişin nasıl yapılacağını anlayamadım, ayrıca bana göre erkekli erkekli, kızlı kızlı aynı evde kalmak bu bakış açısıylada sıkıntı yaratabilir bu durumda -cinsel kimliğini açıklamaktan fişlenmekten çekinen bir çok kişiyi düşününce- bilinemez yani, homofobik bakış açısıyla mazallah) aynı evde yaşamaları durumu bir hayli şaşırttı. Şaşırtmamalıydı aslında tabi ama... Kızlı erkekli yurtların ne gibi sakıncaları olabilir diye düşünmedim desem yalan olur. Ancak bence daha önemli sorunlar var, mesela o yurtların önündeki uyuşturucu çeteleri.. Ya ne yurdu gerçi bugün bakkala gitmekten hatta gece 10'dan sonra alınamayan alkolden daha kolay bulunabilen şeylerden bahsediyorum.. Neyse kanunen kullanıcı olduktan sonra ve belirli bir miktarı geçmedikten sonra bir sıkıntı yok, bu hususta düzenlemede anlamsız olurdu zaten.

    Geçen gün "türbanla" meclise giremiyoruz feryadlarından öte göremediğimiz milletvekillerimiz, sonunda yeni yasa tasarısıyla meclise girebildi. Bu beni rahatsız etmedi (çünkü yaratılan ikilemde nedense böyle bir rahatsızlık duyulmalı gibi bir izlenim yaratıldı, sanmıyorum ki bir tek kadın böyle bir şeyden rahatsız olabilsin.) bilakis kendi hür iradeyle verdikleri karara saygı duyulması ve kendi tercihleriyle var olabilmeleri bir kadın olarak beni sevindirdi. Ama şöyle bir gerçek var ki çıkıp özgürce, kendi düşündükleri doğrultusunda yaşadıklarını hissettikleri özellikle "madur" olduklarını söyledikleri bir ortamda taciz, tecavüz, şiddet, cinsel ayrım gibi konularda "madur" olan kadınlar hakkında bir şeyler söylesinler, söyleyebilsinler isterim. Zatende söylenmeli! Çünkü öyle bir duruma sürükleniyoruz ki biz kadınlar olarak bir şekilde bir yerde sesimizi çıkarabilmeliyiz. Bugün 16-17 yaşında evlendirileceksek (16-17 yaşında evlenmeyi bugün hala bir çok genç kızımız kendi iradesiyle seçemiyor, bilmiyor olamazsınız), 13-14 yaşında bir okula başımız kapalı girebilceksek(13-14 bu kararın yönlendirmeden uzak tek başına verilebilceği yaş değil, verilse bile bazı aileler içerisinde zorlamalar olduğunu hepimiz görüyoruz biliyoruz değil mi?), üniversitede 3 kuruş (pek 3 kuruş sayılmasa da) için evlenmemiz avantaj haline geldiyse... Sahi neden evleniyoruz? Yani neye biz karar veriyoruz hiç düşündünüz mü? Yasalar önünde en doğal hakkımızı ararken kendimizi savunacak insanları (sahi niye birileri bizi savunuyor?) bizi çokta anlayamayacak ve dayatılan ahlak kurallarının kaidelerine uyma gibi bir yükümlülüğü olmayan (o değilde bu "ahlak" kuralları denilen şey neden kadın üzerinden dönüyor?) bir cinse bırakıyoruz? 

     Acaba gerçekten biz kadınlar olarak kendi özgürlüklerimize değer vermiyor ve kararlarımız üzerine yorum yapabilme hadsizliğine biz yol açıyor olabilir miyiz?

3 Kasım 2013 Pazar

Duygu Asena : Kadının Adı Yok


 Sokakta çöpe çıkmış kitaplar arasında bulduğum ve uzun zamandır okumak istediğim ama bir türlü almaya fırsat bulamadığım Duygu Asena'nın bu kitabını görünce çok sevindim. Kitap çöpe atılır mı diye çok şaşırmış olsam da tesadüfi buluşmamız açısından hayırlara vesile olmuş bile diyebilirim.

Kitap fazlasıyla ince olmasına karşın içinde bir çok şey barındırıyor. Romanda anlatılan kadının, çocukluk döneminden, genç kızlığına evliliğine dair bir çok şeyi kısa ancak anlaşılabilir sade, çarpıcı bir dille anlatıyor. Aslında bahsi geçen klasik bir Türk kızı; olaylarda diyaloglarda belkide kendi hayatınızdaki ya da çevrenize (80lerden bugüne ne yazık ki çokta değişemeyen) dair söylemleri bulabilirsiniz. 

Kitaptaki kahramanımızın bir adı yok, tüm hikaye boyunca ismi yazılmıyor; bu haliyle de kitap başlığına atıfta bulunuyor Duygu Asena. Zaten toplum içerindeki baskıları düşündüğümüzde kadının adı çokta önemli değil. Erkeğini temsil etsin, ailesine leke sürmesin, normlara uysun, iş-güç bir yere kadar, kendinden beklenenin fazlasına çabalamasın, çünü onun için "kadın" için beklenen bu. Baskılarının nedenlerini bir türlü anlayamayan ve kendi hayatı için, mutluluğu için çabalamaya çalışan bir kadın. İstekleri, arzuları, hakları olduğunu keşfeden; bir erkekten daha güçlü olabileceğini anlayan, düşünen, direnen bir kadın.

 Kitap sona erdiğinde ismiyle ne kadar büyük anlamlar taşıdığını özümsüyorsunuz. Bana göre Duygu Asena'yı en iyi anlatan kitabı ve muhakkak okunması gerekenler arasında.



     

      Henüz izleyemesem de 1987 yılında Atıf Yılmaz'ın yönetmenliğini yaptığı film Duygu Asena'nın kitabından aynı isimle uyarlanmış.  İzlemek daha kolay diyenlerdenseniz, bir seçenek olabilir. İzlemişseniz de yorumlarınızı bekliyorum, zira kitap uyarlamaları genelde benim için bir hayal kırıklığı oluyor ancak filmi de merak ettim. 


2 Kasım 2013 Cumartesi

Bir Günde Kaç Kez Gerçekten Aynaya Bakıyoruz?


    İsterdim bende sabit fikirlerim olsun, tek bir hedefim ve ona göre çizilmiş bir yolum... Ancak öyle büyük dengesizlikler içerisindeyim ki bir anım bir anımı tutmuyor. Halet-i ruhiyem her an değişebilir dediysek boşa demedik yani. Tabi bana göre hava hoş iken bu durum etrafımdaki kişileri çileden çıkarmıyor desem yalan olur. Ne var ki bir an dışarı çıkasım gelmişse ve sonra vazgeçip ufonun karşısında yayılmışsam ya da pat diye basıp gitmişsem. Normali bu olmalı yani bence, bana göre. Bu manyak ruh halim sadece kararlarıma değil, beğenilerime, zevklerime isteklerime de yansıdı. Önce havalar dedim, sonra koyver geçer dedim, baktım olmadı bence iyisin dedim es geçtim.. 

    Sonra bir gün adam akıllı düşündüm de, tüm bu dengesizliklerim aslında birçok şeyi kısacık bir zamana sığdırabilmekten kaynaklanıyormuş. Çünkü bir şeyleri yetiştirememekten korkuyorum, pişman olmaktan, ah keşkelerden, nedenlerden, niçinlerden... 

    Rüyaları sevmem, anlamsız gelir... Gerçek dışı ya da olmayanla kısacık da olsa kandırmaca gibidir. Anlatılsın da istemem... Zaten biz neden her şeyi anlatma ihtiyacı duyuyoruz ki? Bir şey de bize kalsa olmaz sanki.. Biriyle paylaşma, uzun uzun konuşma ihtiyacı. 

    Aslında bizim en çok susmaya ihtiyacımız varken, sürekli umursazca konuşma güdüsü.. Onun hakkında, yanında olmayan üçüncü hakkında.. Sahi üçüncü olmak ne iğrenç bir şey, ortada sıkışmış ne sağa ne de sola gidebilen. Sokakta gördüğümüz alelade birinde bile söz hakkımız var, ne güzel dilin kemiği yok, lafın sözün sonu yok.. Acaba bir günde kaç kez "gerçekten" aynaya bakıyoruz, hiç düşündünüz mü?

31 Ekim 2013 Perşembe

Bollywood : 3 Idiots

     
      Bollywood filmlerine genel olarak ön yargılı yaklaşsamda en son izlediğim "3 Idiots" filmi çok hoşuma gitti. Tabi ki klasik bir Hint yapımı film olarak danslar, müzikler vardı ancak filmin seyrinde çokta göze batmıyordu. Ayrıca adamlar eğlenceli canım, biz niye bu kadar sıkılıp öff gene mi yea kafasındayız bilmiyorum. Hep Türk sinemasının bize aşıladığı fazla acıtasyon beklentisinden.. 
    Öhöööm, neyse filmimiz aslında eğitim sistemine eleştirel bir bakış açısıyla bakıyor. Ana karakterimiz  en iyi mühendislik fakültelerinden birini kazanmıştır ve okula başladığında makinenin bile tanımının kitaba dayalı yapılıyor olmasına yani ezberci sisteme oldukça şaşırır ve kendi içinde bunun yanlışlığını anlatır. Ancak dekanımız bu durumdan oldukça endişelenir çünkü kurduğu sistemin bu bakış açısıyla çökeceği inancındadır ve öğrenciler üzerinde büyük bir baskı kurar. Film çoğu zaman güldürüp düşündürürken, öyle bir sahne geliyor ki boğazınız düğümleniyor.












Sinemaya gitmek için fazla üşengeçseniz ve film arıyorsanız izlenebilceklerden. Siz Bollywood filmleri içerisinden en çok hangisini beğeniyorsunuz?



    

26 Ekim 2013 Cumartesi

Müzik Olmadan Olmaz Diyenlerdenseniz..

    
      Herhangi bir iş yaptığımda müzik bana eşlik etsin isterim. Üşengeçliğimden olsa gerek, playlist hazırlamanın verdiği sıkıntılarla azıcıkta yeni şarkılar duyabilme umuduyla "radyo" olmazsa olmaz diyenlerdenim. Tercihlerim ruh halime göre değişse de sevdiğim birkaç yayını paylaşmak istedim :)

     Tesadüfen keşfettiğim ve görür, dinler dinlemez bayıldığım Coffeeplaylist bunlardan biri. Konsept olarak "Bira fm"i andırsa da, çalan şarkılar ve tarz açısından hiç alakası olmadığını söyleyebilirim. Kahveni seçip, müziğini dinlemeye koyuluyorsun. 

    Jazzradio ise diğer favorilerimden. Seçenek o kadar çok ki, henüz hepsini dinleme fırsatım olmadı ancak Paris cafe'yi önerebilirim.

   Hep yabancı müzik beni bayar arkadaş arada da bağıra bağıra şarkılara eşlik edebilmeliyim diyenlerdenseniz Powerlovefm tam size göre. 



Bu da iyi geceler şarkımız olsun ve müzik hiç susmasın :)


     
   

24 Ekim 2013 Perşembe

Dinlenebileceklerden : Jülide Özçelik

  
     Üzüldüğümde, kızdığımda, sinirlendiğimde, ağladığımda, mutlu olduğumda ben söylemesem de şarkıların içimdekileri anlatabilmesi ne büyük bir lütuf... Hele bir de söyleyen yumuşacık sesli, güçlü bir sesse ki bana göre Jülide Özçelik bunlardan biri.

     

İlk albümü Jazz İstanbul Volume 1, her şarkısı birbirinden güzelken ben en çok bir Neşat Ertaş şarkısı olan "Yalan Dünya" coverını seviyorum. 



Özellikle biyografisini barındıran bir video seçtim ki hem keyifle şarkıyı dinleyip hem de detaylı bilgi edinebilirsiniz. Bu arada ilk albüm içerisinde "Mecnunum Leylamı Gördüm", "Sebep" ve kızına yazdığı "Nisan valsi" severek dinlediklerimden.


İkinci albüm ise birincinin devamı niteliğinde "Volume 2"  şeklinde geldi ki ben bu albümü de çok sevdim. "Uzun İnce Bir Yoldayım", "Gönüldağı"  coverları çok başarılı olmakla birlikte "Gizli Cennet" ve "Hayat" favorilerim. 

Ayrıca İzmir'de olanlar veya olabilecekler için Jülide Özçelik'in 30 Ekimde Adnan Saygun'da konseri var şuan bile doğru dürüst yer yokken (öğrenci 5 TL, tam 10 TL) canlı canlı dinlemek istiyorsanız kaçırmayın derim. Daha detaylı bilgi için Jülide Özçelik'in web adresinden yararlanabilirsiniz.  

23 Ekim 2013 Çarşamba

Ordan, Burdan, Şurdan

    Bayramlara bakış açım çoğunluğa göre biraz farklıdır. Bütün kayıplarımı bayramlarda yaşadığımdan olsa gerek çok hoş şeyler anımsatmaz ondan dolayıdır ki bayram heycanı ile dolup taşanlardan değilim. Bir de her bayram öncesi yaşadığım bilet bulma krizleri trafik dertleri yüzünden çekeceğim meşakkatli saatler gözümde büyür. (Otobüs firmaları keşke artık bizi kapımızın önünden alsa, hizmette sınır tanımasa ne güzel olurdu. Rekabette sınır yok bence projeye dökülmeli :) ) 
    
    Gene de aile ile bir araya gelmeler, kurban bayramı vesilesiyle mangal partileri, sonrasında büyükleri evde bırakıp gezmelere gitmesi, eğlenilmesi oldukça keyiflidir. Bol yemeli, içmeli, gezmeli bir bayramdı velhasıl. 

     Ancak her sene yaşanan bu senede kaçan boğa şu kadar kişiyi yaraladı, sokakları kan götürdü haberlerini görmüş, dehşete kapılıp sinirden benim gibi şişmiş olmalısınız. Tam bir etçil olmama karşın, aynı anda binlerce hayvanın kesilmesi toplu katliammış gibi geliyor. Ne diyorsun sen, yemesine hapur hupur yiyorsun diye söylenmeye başlamış olabilirsiniz ancak göz görmeyince gönül katlanıyor durumu -bayramlarda otçul bir yapıya bürünüyorum.- tam olarak benimki. Dini vecizelerimizi yerine getirirken belirli kural ve kaidelere dikkat edip, karşımızdakinin canlı bir varlık olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız diyerek bir daha ki bayramlara itaafen sosyal mesajımı vereyim.

     "Banane yea, madem gelenek o zaman bayramlıkta isterim sdhkhfsk" triplerimle çıktığımız arife günü alışverişimizde (evet yine aynı hataya düştüm, bir daha arife günü kendimi eve kitleyeceğim katil olmamak elde değil. Elimde ki ürünleri boş boş bakınırken kaptırmanın hezimetiyle akıllansam da, tövbe ettim.) tek kazancım Yekta Kopan'ın son kitabı "Aile Çay Bahçesi" oldu.




      Müzeyyen, sanki sen, ben içimizdeki kadın. Hiç bir zaman dillendiremediğimiz, akılda dolaşan soruların yüze vurumu... Duru, olağan belki sıradan ama gerçekçi. Kaçışlar, iç hesaplaşmalar, kıskançlık, nefret, hepsi bir arada. Müzeyyen de zaman zaman kendimi buldum. Hiç düşünmediğimi sandığım, özlediğim şeylerle yüzleştim, belki de öyle olmasını istedim. Kısa ama okunası bir kitap olmuş. İlla al oku der miyim, hayır. Ama Yekta Kopan'ın tarzını seviyorsan bence okunası.


     Bursa da sokaklara, özellikle durak yakınlarına ücretsiz kitap alımı yapılabilinecek kütüphaneler yapıldı haberini okuduğumda çok sevinmiştim. Şuradan detaylı haberine de bakabilirsiniz. Çok uzun süre kütüphanelerin kurulduğu noktalarda bulunmadığımdan görememiştim ancak geçen gün altıparmaktakinin durumunu görünce bizim gibi kitaba değer vermeyen toplumlarda bu tarz projelerin yapılmasının anlamsız olduğunu bir kere daha anlamış oldu. Aşağıda da göreceğiniz gibi içeride bir tane bile kitap bırakılmamasının yanı sıra (al oku, yerine koyu baya yanlış anlamış olmalıyız.) hiç bir kilidi olmayan kitaplığın camlarını kırmak ve sanki hiç çöp kutusu yokmuşçasına çöple doldurmayı anlayamadım. Oysa hayalimde ne güzel herkes aldığının yerine iki koysa, sirkülasyon devam etse ve kitaba ulaşamayan ya da daha önce okumaktan pek haz etmeyen birinin bir göz gezdireyim ile başlayıp "okur" olacağını falan düşünmüştüm. Baya ütopikmiş hayallerim bunu fark ettim.




     Bayram tatili dönüşümü bari son günlere bırakmayayım kafasıyla 2 gün önce İzmir'e döndüm ve anladım ki trafiksiz bir İzmir çok daha güzelmiş her yere çok kısa sürelerde gidebilmek, yollarda kitlenen trafikte sürünmemek ayrıcalıkmış. Şimdiyse derslerle boğuşuyorum.

    

11 Ekim 2013 Cuma

Kedi Bakmakla İlgili Bir kaç Sorum Olacaktı ?

     Malumunuz daha önceleri evimizin yeni üyesi olan kızımızdan şu yazımda bahsetmiştim. Ancak 1 aylık birlikteliğimizde kafama takılan bir kaç soru var... Veterinerimiz pahalı mamaların çok sağlıklı olduğunu ve uzun süreli sağlıklı bir yaşam vaad ettiğini söylese de fazla maliyetli oluşundan dolayı tercih edemiyoruz. İnternet üzerinden okuduğum yorumlara göre de whiskas, goody gibi kedi mamaları da sağlıksız ürünlermiş. Şu anda mama markası arayışı içerisindeyim desem yeridir.

    Tabi bir de ödül mamaları durumu var ki Mia Whiskas'a çıldırıyor ancak onunda bağımlılık yaptığı ve bu yüzden tercih edilmemesi gerektiği yazıyor. Ek olarak hangi ürünleri gönül rahatlığı ile verebilirim? Sizler hangi ürünleri kullanıyorsunuz ve memnuniyet dereceniz nedir? 

Bedri Baykam - Kemik


Bedri Baykam kıvırcık saçlarıyla ve ressam olmasıyla bende küçüklük fobim TRT 2 ressamı Bob Ross'u hatırlatır. Küçükken heycanla resim defterimi alır tv karşısına geçerdim. O bir çizgiyle güvercinler, ağaçlar çizerken benim resimler karalama kağıdına dönerdi. Hayır bugün ünlü bir ressam olamadıysam sebebi hep o adam. Neymiş manzara resmi yapçakmışız, peheey!  Neyse bu durumun tabi ki Bedri Baykamla ilgisi yok ama içimdeki resim yarasına değinmeden edemedim..
    
 Resimlerinden tanıdığımız Bedri Baykam'ın 12. kitabı ilk romanı olan Kemik; 2001 nisanında toplatılmış ve yine 2001 yılında beraat etmiştir. Bu konuyla ilgili mahkeme bildirgesi dahil olmak üzere kitabın ilk sayfalarında detaylı bilgiyi buluyorsunuz.
  
"Özgürlük savaşımı, çeşitli kesimlerin iç hesaplaşmaları, çıkar anlayışları, ideolojik farklılıkları ve olgunluk/sorumluluk eksiklikleriyle hırpalanamayacak kadar kutsal bir alandır." diyen Baykam kitabın kapağına büyük puntolarla yazdığı "Olgun Yetişkinlere Bir Roman" uyarısıyla da yetinmeyip önsözde de uyarılarını yeniliyor. 

"Hayatta  ne varsa bu kitapta da var. Cinsellik, şiddet, bilim, sanat, tarih, felsefe, politika, mizah, sapkınlık... Bunların hepsiyle iliklerinize  kadar temas etmeye hazırsanız bu romanı okuyabilirsiniz." Ön yazıyı da okuduktan sonra kitabı okumaya devam ediyorsanız bu artık sizin seçiminiz. Peki bu kitapta ne var, neden yasaklatılmış ve Bedri Baykam neden uyarmış?

  Kitap daha ilk sayfalarında sizi inanılmaz bir senaryonun, fantezilerin içerisine sürüklüyor. Cinsel içeriği fazlaca olan hatta başkaları tarafından pornografik olarak yorumlanan bu kitabın aslında Melissa   P. kitaplarından ya da Grinin 50 Tonundan farklı değil.  Kendi adıma çok seri okuyamayıp ilerde tekrar bakarım rafına kaldırdım. Okuduysanız siz ne düşünüyorsunuz? Sizin yarım bıraktığınız kitaplar neler? 


10 Ekim 2013 Perşembe

Mim : Kozmetik Tutkunu Etkinlik


   Kozmetik Tutkunu'nun başlatmış olduğu, tanışma kaynaşma esaslı etkinliğin çok hoş bir aşaması da benzer nitelikte yazan blogların eşleşerek birbirlerine sorular sorarak tanışmasıydı. Bu eşleşmede bende sevgili Yusuf ve Yunus'un Annesi ile eşleştim. Daha önceleri tanımadığım ve gezi yazıları, hayata dair şeyleri, çocuklarıyla ilgili paylaşımlarıyla okumaktan keyif aldığım bir blogu tanımış oldum :)

1 Kendını tanıtırmısın? (klasık soru ;) )
23 yaşına ekonomi okuyan, gezmeyi eğlenmeyi, okumayı, paylaşmayı seven taze bir bloggerım.

2 Neden blog yazıyorsun
Önceleri uzaktan takip ettiğim blogların yanında, ben de daha fazla sessiz kalamayacağımı farkettim içimden geldiği gibi aklımdakileri, yaşadıklarımı, sevdiklerimi sevemediklerimi bana dair herşeyi paylaşıyorum. 

3 senı mutlu eden bırkac sey nedır
Şu ara en çok kedim Mia ile oynamaktan keyif alıyorum bunun dışında kahve&sigara&kitap eşliğinde müzik dinlemek ve deniz kokusu beni çok mutlu eder. 

4 Eger bır muzık turu olsaydın hangısı olurdun (Karakterıne gore )
Hımmm açıkçası bunu hiç düşünmemiştim, benim için enteresan bir soru oldu :) Ama sanırım müzik değilde müzisyen olup notalara can vermeyi tercih ederdim keşke sesim birazcık güzel olsaydı... jazz olurdum heralde; etkileyici, çarpıcı, eğlenceli, soft,, kimi zaman da dengesiz (tabi ki bu benim bakış açım) :)
5 sımıdye kadar okurken en keyıf aldıgın kıtap hangısı
Yekta Kopan'ın "İçimden Geldiği Gibi" kitabı nedense beni çok etkilemişti. Ama Paulo Cohello'nun "Şeytan ve Genç Kadın" kitabı da en sevdiğim kitaplardan. 

6 en cok hangı tur blogları okursun
Kitap yorumları, müzikle ilgili haberler ve gezi blogları genelde okuduklarım arasında. Özellikle bu bloglar arasında yeni bir albüm keşfetmek, gitmediğim bir yer hakkında bir şeyler öğrenmek, okumayı planladığım kitaplar hakkında birşeyler okumak çok hoşuma gidiyor. Bir kaç moda bloğu da takip ediyorum tabi ki :)

7 Hayatında vazgecemeyecegın 3 sey ya da kısı ya da hem sey hem kısı ;)
Sevdiceğim, ailem, kedim veee kırmızı rujum, bordo ojelerim, en sevdiğim yüzüğüm.

8 (sanırım son sınıf ogrencısısınız) Okul hayatında sahıp oldugunuz ve okuldan sonra bıtmesını ıstemedıgınız bır ya da bır kac sey nedır
Her şey desem yalan olmaz. Ailem başka bir şehirde yaşadığı için kendi evimde olmak gerektiğinde çamaşır, bulaşık, yemek derdine düşmek bile güzel..

  Bunlar da benim cevaplarım, Sevgili Yusuf ve Yunus'un Annesi 'de aşağıda yazmış olduğum sorular cevaplamış, şu aralar ki yoğunluğumdan dolayı geç cevaplayabilmiş olsam da  etkinlikten ben çok keyif aldım. Keyifli okumalar :)  


1- Kendinizi tanıtır mısınız?
2- Ne zamandan beri blog yazıyorsunuz ve blog açma amacınız nedir? 
3- Blog yazmanın olumlu ve olumsuz yanları size göre nedir?
4- Blogunuzu incelediğimde tam bir gezi tutkunu olduğunuzu gördüm, şu zamana kadar gittiğiniz ülke ve şehirler içerisinde en beğendiğiniz yer neresi?
5- ..... 'ya herkes gitmeli, görmeli dediğiniz yer/şehir/mekan neresi?
6- Şu zamana kadar okuduğunuz en iyi kitap hangisi?
7- Hayatımın filmi diyebileceğiniz bir film var mı?
8- Düzenli olarak takip ettiğiniz dergi, mecmua, gazete vs. bir yayın var mı?
9- Sizi tanımlayan 3 kelime?
10- Modayla ilgili misiniz, evden çıkarken üzerimde olmazsa olmaz dediğiniz bir objeniz var mı?

4 Ekim 2013 Cuma

Okuyamadığımız Yazarlar, Kitaplar


   Genelde iyi bir okuyucu olsam da, benim için öyle yazarlar var ki okuyamadığım için hayıflandığım ama belki de öncesinden kalan ön yargılarımdan ötürü sonraki denemelerim de de başarılı olamadığım... Bir de çok nadir olsa da "lüzumsuz kitaplar" listem (tabi ki hiç bir kitap lüzumsuz değil ama en azından okumasaymışımda olurmuşum dediklerimden diyelim.)

    Canan Tan benim için ilki diyebilirim. Piraye kitabını büyük bir keyifle okuduktan sonra Yüreğim Seni Çok Sevdi'yi okudum. Ama kurgunun, aşık olma biçimlerinin, flört süreçlerinin aynı olması beni çok sıktı nitekim sonraki eserlerinde de ilk okuduğum kitabının tadını alamadım ve bir iki sayfada terk etmek durumunda kaldım. Yaratıcılıktan uzak günlük hikayeler üzerine romantizm ve acıtasyon serpiştirilmiş gibi geldi.

     Elif Şafak'ı önceleri çok severdim, (Baba ve Piç en etkilendiğim romanları arasında) ama son zamanlarda (özellikle Aşk'tan sonra) popüler olanı yakalamışken kopmayım ben bu tarzdan deyip devam etmesi beni fazlasıyla irite etti. 

     Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı bilirim ki bir çok kişi için başucu kitabı niteliğindedir. Bense ne zaman kitabı elime alsam 10. sayfadan sonra bir uyku basmalar, afakanlar, başı unutmalar, yok hacı sona akayım olmayacaklar, ortadan belki yakalarım demeler derken sonuç hep hüsran... Bir gün başaracağım sanırım ama herhalde daha vaktim var.

    Boleyn Kızı'nı ilk filmde izlemiştim, sonrasında kitabını elime aldığımda isimleri birbirine karıştırmalar, entrikaları hatırlayamamalar ya tamam çaktım olayı derken neydi ki mesele demelerle (filmi de izlememiş olmamın etkisiyle) elimden atıverdim.

   Bir de kapağa vurulmalarımdan olsa gerek Katherine / Anya Seton 'u deneyeyim dedim. Hikaye bir hayli enterasan olsada isimlerin dallanıp budaklanması; durağan bir olayın 20 sayfa devam etmesi sonra alakasız bir yere bağlanması beni çileden çıkarttı. Saraylı madamlı, kont/kontesli hikayelere son vermeme vesile oldu. Nerede canım Osmanlı nerede harem entrikaları ajkjdhhakj....

    Bir de ilk okuduğum da hay allahım hiç bir şey anlamadım dediklerim var ki Orhan Pamuk'un Yeni Hayat'ı benim için bunlardan biridir. Kitabı okurken hangi kitap lan o diye delirip sonucuna bağlayamamış ve sinirden kudurmuş olsam da ikinciye (nereden aklıma geldi de okudum bilinmez.) elime aldığımda çok etkileyici bir hikaye olduğunu fark ettim. Ya günüm günüme uymuyor ya da bazı kitaplar bir kerede sindirilemiyor. Dante'nin aynı isimli kitabından alıntılar içerdiği için söz konusu kitapta okuma listemde.

   Sizin sevemediğiniz, okuyamadığınız yazarlar; kitaplar var mı? Hayır baştan uyarın ki yormayalım kendimizi, değil mi ama? :)

  

2 Ekim 2013 Çarşamba

Haruki Murakami : Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında




    Haruki Murakami, öncelerinde hiç okumadığım ve oldukça merak ettiğim bir yazardı. Benim için bir tanışma kitabı niteliği taşıyan "Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında" bu anlamda sanırım doğru bir tercih oldu. Sevememe korkusuyla ilk defa okuyacağım yazarlarda çok uzun olmayan kitaplar tercihim oluyor. Çünkü bir başladığım kitabı yarım bırakamama hastalığım yüzünden o kitap bana bir işkence, eziyet oluyor. 

   Hikaye o kadar samimi ve o kadar sıcak ki hemen sizi içerisine alıyor. Sıradan ya da var olan olayları o kadar güzel anlatmış ki küçük bir çocuğun ilk aşkını bulabilme ihtimali bile sizi heycanlandırmaya yetiyor. Tasvirler, betimlemeler sade ve yerinde.



Şimamotu'yla karşılaşması, sonrasında kopan olaylar ve sonrası... O kadar muhteşem bir kurgu ki kitabı okuyup bitirdikten sonra hala etkisiyle acabalarla düşünüyorum. Ki bence sonu okuyucuya bırakması da -ne kadar sinir olsam ve bundan dolayı mı diye düşünsemde- hoş bir şey. Tam da şu zamanlarda bahteniye altında keyifle okuyabilirsiniz. 



    

Öfff Pöff...


    Havalarda ne güzel laylaylooom, yaz da bitmemiş hiç bozmayalım aman aman derken yağmurlar bastırmaya başladı. Hadi olsun yahu, en sevdiğim değil mi zaten elimde kahvem, fonda müzik bir de kitabım değmeyin keyfime... Eee ama okul var, tam moda girmişken kalk git hazırlan.. Ay bir de bu sene son sene telaşı, test mi çözsem ben? Bir de off çok seçenekler, boş vaadler içinde ya ben hangisini seçsem? Abi bu sene yine sistem değişiyormuş? Zaten her sene Değişmiyor mu? Bir de bi paket açıkladılar; neye, kime nasıl bir çözüm anlamadım? Zaten biz neyi anlıyoruz ki... Anlamayalım boşver de onu... Yeni sezonlar da bangır bangır başladı. Neyse ki entellektüel hayat görüşümde televizyona yer yok. İnternetten izliyoruz, vicdanları rahatlatıyoruz. Belgesel demeye hiç gerek yok, zaten yurdum da belgesellerin reytingleri ortada, kim izlemiyor ki? Uyuyama sorunumdan hiç bahsetmiyorum yaklaşık 5 senedir insomia'nın değişik türevlerini yaşıyorum. Tamam çok uyuyorum ne var yani gelişim aşamasındayım, değil miyim? Bilemiyorum. Kış gelmeden yazı özledim ben. Zaten üşümeyi de hiç sevmem. Ayrıca öğrenci niye elektirik sobasıyla donuyor. Buca'ya bayıldığımız parayla göztepede deniz manzaralı ev tutçakken bu zulüm niye eyy ahali? Yol çekmeyi sevmiyoruz diye mi tüm bunlar? Beni geçtim, kendime dermanım yokta başkasına derman olmaya çalışıyorum da, ya hayır Güzin ablaya noldu? Serdar Ortaç misali kafamda deli sorular... Sahi biz bu adamın şarkılarını dinlemeden nasıl ezberliyoruz... Dün ne yediğimi hatırlıyorum da, derste ne işlediğimizi neden hatırlamıyorum? Algıda seçicilik, neye göre seçicilik? Öfff, pööff sıkıldım, oynamıyorum.



  

1 Ekim 2013 Salı

Bergama


    Bergama, tarihsel dokusuyla İzmir'in öne çıkan yerleşim yerlerinden biri. İzmir ile arası yaklaşık 104 km ve İzmir'deyseniz muhakak görülmesi gereken yerler arasında. Keçi derisinden elde edilen parşömen kağıdının ilk kullanıldığı yer olan Bergama, Helenistik döneme dair bir çok yapıyı da içerisinde bulunduruyor. 
   
    Bergama'ya gitmişken en çok görmek istediğim yerlerden biri olan Allianoi 'yi baraj projesinin hayata geçmiş olmasından dolayı göremedik ne yazık ki.. Koca bir kent sular altında... Sözde 50 yıl içerisinde hiç bir şey olmamış gibi gün yüzüne çıkacak deniliyor ama ne kadar doğru, görebilir miyiz bilmiyorum. Buna karşın tarihi alanların baraj sularıyla sular altında kalması bence cinayet, çözüm bu olmamalı ! Hasankeyf'inde aynı problemle karşı karşıya kaldığını şu yazımda anlatmıştım. Allianoi'yi görmek isteyenler ise buradan inceleyebilir.     

    İlk gittiğimiz yer Asklepion. Kimi yerli turistlerce Bergama yalnızca taştan ibaret olsada karşılaştığınnız yabancı turistin haddi hesabı yok. Müze kart sahiplerinin ücretsiz girebildiği normal girişlerin ise öğrenci 15, tam 20 olduğu Asklepion M.Ö 4. yy'da yapılan ve 900 yıl boyunca kullanılan bir sağlık merkezi. Asklepion ile kent merkezi arasındaki geçişi sağlayan yolun girişinde "Ölüler Giremez" yazısı asılıymış. Hamileler ve ölüme yakın olan hastaların girmesinin yasak olduğu kente şifa bulmak isteyenler gelirmiş.










    
Asklepion sadece sağlık merkezi olarak değil, iç içe geçmiş farklı yaşam alanlarıyla da dikkat çeken bir yer. Su sesiyle psikolojik telkin yoluyla psikoterapiye ilişkin tedavi yöntemleri ilk burada denenmiş. Ayrıca içerisinde bulunan çeşmeden su içenlerin ve yüzünü yıkayanların gençleştiğine inanıyorlarmış. Bir kaç yaş geri atmışsam sebebi bu su olabilir :)



Bergama Krallığına ev sahipliği yapmış şehir, tarihsel dokusunun önemi nedeniyle UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Aday listesine kabul edilmiştir.

      Sonraki durağımız ise Akropol, teleferikle çıkma imkanıda bulunan Akropol'e aracımızla geldiğimiz için teleferik tercih etmedik ama mümkünse teleferikle çıkıp o muhteşem manzarayı izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.









   Bergama sadece tarihi dokusuyla değil sokakları ve samimiyetiyle de görülmesi gereken yerlerden biri. Sokaklarında kaybolarak gezmek en keyiflisi :)