29 Ağustos 2015 Cumartesi

Zamanın Nasıl Geçtiğini Anlamadığımız Aktiviteler



   Uzun süreli yan gel yatlar insanı tembelleştiriyor arkadaşım çok net! Napıyor bu adam/kadın evde diyoruz ya, ben o sırrı çözdüm!

    Internet namı değer sosyal medya, tam bir kaos.. Evlenen, nişanlanan, mezun olan, doğuran.. diye uzayan mutluluk silsilelerini beğenmekten kör oluyor, geçen saatleri anlamıyorsunuz. Hunharca fotoğraf paylaşıyorlar ve bize de bilinçsizce tıklamak düşüyor! 

   Birilerini stalklamak! Bu "birileri"nin kim olduğunu tabi ki biliyoruz!! Manyaklarca 7 göbek akrabasına kadar inceleyip bakmak diye bir gerçek var? 2013 martta nerde olduğunu öğrenmek falan çok önemli.. Hele bir de şüphelenme durumları varsa uffuu... 3 gün 3 gece balataları sıyırana kadar bakılır! 

    Dur bir youtube'tan saç modeli bakayım, makyaj bakayım dediyseniz yandınız! İzledikçe izliyor, yeri geliyor gözlerinizi oymak istiyorsunuz ama kendinizi alıkoyamıyorsunuz!! Kendi adıma özgüvenlerine hayran olduğum makyajdan anlamayan  ancak makyaj yaptığını zanneden ve bir sürü takipçisi olan youtuberları taktir ediyorum. Tabi şok ifadelerim ve kinayeli sözlerimle :) Bir de oda turuyla başlayıp yaşına başına bakmadan makyaj videosu çeken 10-14 yaş arası minnoş kızlarımız.. Neyse efendim müzik dinlemediğiniz, film izlemediğiniz müddetçe ı ıhh uğramayınız :)

    Onedio testleri, yok yea ben hiç bakmadım, çözmedim deme çarpılırsın :) Bir başladı mı insan kendini tutamıyor, çözdükçe çözüyor... Sonucu beğenmiyor, yine çözüyor.. Çözüyor yani..

    Şu işi yapmadan önce ben "bir bölüm" dizi izleyeyim. O bir bölüm oluyor 5 bölüm! Hele ki işsiz ve boşluktaysan 24 saatini sezonu bitirmeye adayabiliyorsun! Hızlı tüketim de zirve, aman diyeyim!

    Alışveriş yapmaya üşendin ama bir şey de alasın var. Mesela kış gelmek üzere çizme mi baksak? Bakma, o alışveriş siteleri tam bir kaos.. Gereksiz şeylere dolabında yer açmaya çalışacak olmanın verdiği sıkıntı yetmiyormuş gibi, insan kredi kartıyla ödemenin rahatlığından olsa gerek ay sonu ekstresinde gerçeklerle yüzleşip; çöken bütçenin ardından ağıtlar yakacak hale gelebiliyor. Bir de bilgisayar başında geçirilen günler falan var off ki ne off..

     Blog okumak çok keyifli evet kabul. Yeni fikirler ediniyor, yeni insanlar tanıyorsun.. Ama kabul etmeliyim ki bazen çokça dalabiliyorum.. O da varmış bu da varmış diye dallanıp budaklanmak bazen gereksiz vakit kaybına neden olabiliyor. Biraz planlı programlı mı olmalı acaba?

     Sana kek yaptım sendromu! Böyle bir durum var, başlangıçta pek hoş olan bu durum bıktırana kadar sürmeden bitmez. Hanım kızımız pek beğenilen bir yemek koyar ortaya.. Hani tadı falan da güzeldir hani.. İşte o dakikadan sonra her gün aynısı, benzeri, değişiği.. Bıkana kadar pişer de pişer!

    Online oyunlar, ahh o oyunlar... Ne yuvaları yıktı, ne çocuklar sınıfta kaldı! Pek çözemediğim bir dünya olmasına karşın ciddi bir kitlesi olduğu kesin. Bilgisayarlara lol oynuyorum ben diye yapışan tanıdığınız kesin vardır...

    Tembelken de vakit geçiyor yani, hiç anlamadan üstelik.. Zaman önemli, geç olmadan değerlendirmeli diyenlerdenseniz siz de; tam da şuan silkelenme vakti. Hiç görülmeyen yerler, duyulmayan sesler varken vakit öldüren bu tuzaklara kanmamalı; tutsak olmamalı...
    
    
  

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Film izle - Gece


   Erden Kıral'ın son filmi Gece... Güneydoğu'dan göç etmiş 4 kardeşin farklı yollara savrulmuş, birbirlerinden soyutlanmış hayatlarını anlatıyor. İzmir'de geçen filmde ben Nurgül Yeşilçay'ı ve Mert Fırat'ı çok beğendim.

    Süsen bipolar bozukluk yaşayan gel-gitli bir karakter, Yusuf'sa alışkanlıklarının esiri olmuş kendisiyle kavgasını aşamamış bir adam.. Hızla başlayan aşk, maddi imkansızlık, anlaşamama, pişmanlıklar gibi sebeplerle sarsılmış; ailesini geride bırakan Süsen.. Buna rağmen birbirinden kopamayan dibe batmış bir ilişki... Her şey o kadar gerçekçi, o kadar doğaldı ki.. Sahneler ince ince düşünülmüş. Metaforlara boğulmamış, politik olması açısından gereksiz diyaloglarla doldurulmamış.. Yan karakterlerde öykü giderek açılmış, var olma meseleleri irdelenmiş. Anlatılmak istenen, esas hikayenin daha öte olduğunu aşikar..



    Basmane'den geçerken sıra sıra dizili pavyonları görürsünüz. Çoğu zaman dikkat etmediğiniz, gündüz gözüyle seks işçilerinin kapıda kendisini sergilediği, azıcık geç bir saatse adımlarınızı hızlandırdığınız sokaklar... Tepecik, Kadifekale, Gültepe gibi semtlerde geçen hayatlar, gördüğümüz ama görmezden geldiğimiz.. Sanırım mekanların bu kadar tanıdık ama bir o kadar uzak olmasından, filmin bende ki etkisi çok daha yüksekti. Filmde ki bir çok detaya Nurgül Yeşilçay ve diğer oyuncuların da katkısı olmuş.

    Senaryo Hasan Özkılıç'ın  Zahit adlı kitabından uyarlanmış. Ancak Erden Kıral kitabın göç meselesini anlatan kısmını kırpmış ve direkt İzmir'in varoşlarına odaklanmış. Birebir aynı içeriği yansıtmaması kitabı okuma isteğimi arttırdı diyebilirim zira kafamda kalan boşluklar ve merak ettiğim diğer karakterlerin akıbeti için sanırım kitabı da edineceğim. 



   Filmde ki bence tek sıkıntı Süsen'in kardeşinin hapise girmesi ve açlık grevine başlaması.. Diğer kardeşinse örgütten aforoz edilmesi.. Filmin politik kısmı çok bağırmıyordu evet ama bir iki parça da eksik gibiydi sanki..

   Bunun dışında çarpıcı bir son kurgulanmış ve seçilen müzikle etki daha da arttırılmış.. Tülay-Gönlüm gerçekten çok çok iyi bir seçim olmuş.. Yine dikkat çekici detaylar ve gerçekçilik kat ve kat artmış. Ben beğendim, boşlukları göz ardı ettim ve keşke daha önce izleseydim dedim.. Yönetmenin Vicdan'da pavyon, varoşlar gibi benzer konular işlemesine karşın çıtanın çok daha yüksek olduğunu söylemeliyim.

20 Ağustos 2015 Perşembe

Film İzle - Deli Deli Olma


       Tarık Akan ve  Şerif Sezer'i ilk Yol filminde Şerif Ali ve Zine olarak izlemiştim. 1982 Cannes'ta ödül getiren bu filmden sonra ikili ancak bu film ile bir araya gelebilmiş. Kars'ta geçen bu hikaye de kah gülüp kah hüzünleneceksiniz.



       Tarık Akan'ı ekranda izlemek gerçekten çok keyifli ve her yaşıyla muhteşem bir oyuncu! Mişka adında köyde ki son malakanı canlandırıyor. Şerif Sezer ise gerçekten ayrı bir efsane, her ne kadar dizilerde klişelere boğulsa da bu filmde evet işte budur dedirtiyor! Popuç, farklılıklara açık olmayan, asabi, herkesin çekindiği bir karakter.. Kimsenin bilmediği farklı bir meselesi var Mişka'yla üstelik..



      Filmin sürprizi ise Tarık Akan'ın gençliğini oğlu canlandırırken, Şerif Sezer'in gençliğini de kızının canlandırması. Abartı değil; sade, komik ve etkileyici bir film olmuş. Bir röportajında Akan Kars'a gittiğinde bazılarının onu tanıyamadığını ve oğluna Tarık Akan gelmiş diye sarıldıklarını söylüyordu. Ben de çok benzettiğimi söylemeliyim...   

     Gerçek bir hikayeden esinlenerek kaleme alınmış güzel bir senaryo, iyi bir film olmuş. Dostluk, aşk, paylaşmak, sevgi, müzik adına pek çok şey bulabileceğiniz bu filmi siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

12 Ağustos 2015 Çarşamba

O Adam Buraya Gelecek, Dedi Başardı!


     Yaş 20'lerin ortasına gelince bir toplum baskısı, bir aşk patlaması düğünlerin ardı arkası kesilmiyor.. Olan ne zaman döneceği belli olmayan küçük altınlara oluyor ahhkhwhkhka :)) Ben daha PuCCa Günlük 5'i okuyamadan hatun Ceri'si, Erik'i es geçti kocayı buldu! PuCCa resmen evleniyor! Kim lan bu koca, ne ara, ne zaman diye düşünmedim değil...

      En başından beri PuCCa'nın Ceri ile evlenemeyeceğini içten içe düşünüyor, hissediyordum. Açıkçası ben bu işi kıvırdım, köşeyi döndüm kafalarıyla birbirlerini yiyecekleri çok barizdi. PuCCa için (en azından tv önünde olmak için çok yırtınmadı, gazetede bir köşe buldu takılıyor) çok bir şey diyemeyeceğim ama Ceri ekran önünde tam bir facia! Her yerinden kompleks aktığı yetmiyormuş gibi leş diksiyonu, zorlama oyunculuğu (PuCCa'nın da cadde kızı ağızları, ses tonu gerçekten dayanılmaz) ile tam bir eziyet! Zaten henüz köşeyi dönmeyi bırak, köşeyi bulamamışlardan olan ben; bu bir bok yapmadan tribe girenlere illet oluyorum. Bir de bunun görmemiş blogger versiyonları var ki bu konuda da sayfalarca giydirebilecek, ayy aman yani yazabilecek kadar doluyum.

      Öncelikle diz üstü edebiyatını plajda, uzun yolda, bunaldığımda özellikle hızlı okunabildiği ve bolca güldürdüğü için tercih ediyorum. Hoş bu konu da bağımlı olmamakla birlikte tek okuduğum serinin PuCCa'nın günlükleri olduğunu itiraf etmeliyim... Bundan önce ki 4 kitabını bir solukta, kahkahalarla okuyan ben; bu kitapta aradığımı bulamadım. Sanki bir şeyler eksikti, büyüsünü kaybetmişti gibi geldi.. Ya da uzun zamandır bu seriye karşı abi bir güleyim eğleneyim kafası yaşıyor olmamdan mütevellit, beklentim yüksekti.. Bilemedim...

       Bu kitapta ayrıl barış giden ilişki bitiyor, bir öncesine bir selam çakılıyor... Off valla klişe ben bu kitabı sevmedim arkadaşım! Özeti bir yerde vardır illa ki, aç onu oku yeter.. İlk 160 sayfa zaten boş depresyonları, ayrılıkta kendini haklı çıkarma çabalarıyla geçiyor.. Ben Ceri olsam sen kim köpek beni bu kadar gömüyorsun diye çooktan davayı açmıştım! Gerçi o da sayesinde fenomenlikten, oyunculuğa terfi etti.. Danışıklı dövüş en nihayetinde.. 

      Ama sanırım film, gazete yazıları, twitter derken biraz da büyüsü kaçtı sanki ne dersiniz? Yani çok ulu orta ve göze batırılan bir hayat varken, sanırım insan heyecanını kaybediyor.. Şu an bu evlilik işine bile seri devam etsin, çocukta figuranlıktan çıksın (figuran değildir belki çok silik bir tip, ben dizilerden hatırlayamadığımdan bu şekilde düşündüm) diye soyundular kesin diye düşünüp art niyette ve fesatlıkta zirveye oynadığımı itiraf etmeliyim! 

     Bu konu da eminim ki yalnız değilim, yani değilimdir değil mi? :) Aranız da benim gibi düşünenler kesin vardır! Temiz iş, kendisinin dediği gibi bu mevzu uzaaaar da uzar... "Kaynana geline karşı, PuCCa evlendi, çocuğu oldu, boşandı..." gider de gider! De esas mesele ben dahil okuyucu bunları nereye kadar yer... Bunca şöhret ve paradan sonra kaybolan samimiyet sonrası bir şeylerinde söneceğine inanıyorum ama umarım böyle olmaz.. Bekleyelim görelim, sonra ben demiştim diyen teyzeler gibi gezerim alnım ak bir şekilde ortalarda eejflqljljljqlqfj :) 
      
     

9 Ağustos 2015 Pazar

Pek Güzel Coverlar #2

Günaydın efendim! Uzun ve keyifli pazar kahvaltınızı yaparken siz, birazcıkta ruhunuz doysun istedim. Genel olarak bildiğiniz, defalarca dinlediğiniz bu şarkıların bir de bu versiyonlarına kulak verin bakalım... 


     Terez Montcalm'ın Sweet Dreams yorumu en iyisi midir bilinmez ama en seksi olanı olduğu kesin! Gerçi hatunun genel tarzı bu sanırım, bir ayrı söylüyor sanki... Dinleyince heyecanlandırıyor, etkiliyor.. Orjinalinden daha çok seviyorum, daha çok dinliyorum net.


Dolapdere Big Gang'den ne zaman It's Raining Men dinlesem oryantel ezgilerin içerisinde kendimi kaybediyorum. Oynatıyorlar yahu!


       Donna Summer'dan da severiz de gerçekten bu şarkının şu hali bir başka.. İnsan orada olamadığı için hayıflanıyor.


Ahhh Micheal Buble!! Bu kadar karizmatik, bu kadar tatlı, bu kadar cool olunmaz! O mimikler, hareketler resmen Bubly girl'üm.. Fazla söze gerek yok, dinleyin; dinletin!


Gülçin Ergül'ün pek güzel sesi ve pek güzel yorumuyla, şarkıları dinlemeye doyum olmuyor. 

Sizin için "en iyisi" hangisi ? Şunu da dinle, çok iyi dediğin ne varsa durma yaz buraya :)


7 Ağustos 2015 Cuma

Teleferikle Uludağ Gezisi

         Biz Bursalılar olarak şanslıyız vesselam! Her şey pek yakın, canın deniz mi çekti koş git Mudanya, Armutlu, Tirilye gez.. Yok dağda bayırda piknik mi istedin Uludağ dibinde, sarmadı otantik bir hava mı arıyorsun, alternatif çok...


         Teleferik eskiden bir kabustu kabul! O saatler süren sıra, Arap istilası, tıkış tıkış ayakta gidilen Allah'a emanet teleferik.. Sonra vagon değiştir, sıra kapmak için koş.. Turist guruplarının bilumum eziyetine katlan! O yüzden uzun zamandır teleferiğe binmiyor; dolmuş, özel araç gibi seçenekleri tercih ediyordum.

        Amaaaa... Şu yenilenmiş hali bir harika dostum! Bir kere saatlerce bekleme, teleferik saatini kaçirma diye bir şey yok! Gece 22:00'a kadar sürekli çalışır vaziyette ve komple yenilenmiş. Al Starbucks'tan kahveni, selfie çubuğunu hazırla; gelen ilk vagona atla! Ben kapçam, aman ötekine kalmayayım diye bir şey yok. Seyir eyle dağ manzarasını... Üstelik eskisi gibi en ufak rüzgarda zır zır sallanma, hat bağlantılarında hoooop güüüm efekti de yok! Pek rahat canım :) (Eski halinden sonra övgü yağmuruna tutmuş olabilirim, sonunda düzgün bir hale getirilmiş olması ve Araplardan uzak bir yolculuk geçirmiş olmak beni çok etkiledi.) 


       Özellikle hafta içi gitmenizi tavsiye ederim, daha rahat. Tabi ki yemek yeme yerleri, hediyelik eşya satan dükkanlar da bir değişim yok.. Dağa inince yine bir Arap kalabalığı mevcut ama iyi bir pazarlıkla turistlere verilen fiyatların altında alışveriş yapmanız mümkün. 


      Teleferik fiyatı tam 30 TL, öğrenci 20 TL (sadece kimliğinde 2014-2015 giriş yazanları kabul ediyorlar, bu saçmalığı çözemedim ancak yüksek lisans yapıyor olmamın faydasını gördüm sonunda :P ) ancak sadece Sarıalan'a kadar gidiyor! Oteller bölgesine yine teleferikle devam etmek niyetindeyseniz ekstra bir 25 TL ödemeniz gerektiğini de belirtmek isterim. Bunun yerine otellere giden Sarıalan'daki minibüsleri kullanabilirsiniz.

        Eskiden Kadıyayla'da ata binip ormanda gezebileceğiniz bir yer ve çay bahçesi falan vardı.. Ancak şuan hiçbir şey bırakmamışlar, üstelik eskisi gibi inişte yapamıyorsunuz. Bu kısmı pek hoşuma gitmedi ama olsun.

         İyi hoşta arkadaşım yazın dağda ne yapılır diyorsanız, biz iki kız sırt çantalarımızı aldık ve dağda uzunca bir yürüyüş yaptık. Sonrasında yanımıza aldığımız atıştırmalıklarımızı yedik ve şarabımızı içtik. Biraz uyukladık, biraz sohbet ettik.. Bol bol temiz hava depoladık. 


         Ancak siz ATV ile safari yapabilir ya da bisiklet kiralayıp gezebilirsiniz. Yemyeşil bir alanda piknik yapabilirsiniz. Yanınıza ekstra bir hırka almanızı  tavsiye ederim çünkü yukarısı baya bir serin :) Safari niyetindeyseniz, fırsat sitelerine göz atmanızı tavsiye ederim çoğu zaman indirimler oluyor. Keyifli gezmeler efendim :)

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar


     Mektuplaşma kültürünü pek yakalayamayanlardanım ne yazık ki.. Oysa duygularınla belki de kendinle yüzleştiğin, üzerine saatlerce düşündüğün, cevabını heyecanla; sabırsızlıkla beklediğin pek güzel bir iletişim aracıydı mektup. 

     Okuma yazmayı yeni öğrendiğim yıllarda şehir değiştirmem sebebiyle o zamanlar pek yakın arkadaşımla 5-6 sene mektuplaşmayı sürdürdük... Tabi anlık iletilerin kurbanı olunca muhabbette bir yerde kesildi bitti gitti.. Nerde, ne yapıyor acaba? Hemen "ilkokul arkadaşlarını bulma mecrasında" arayıp taramalıyım :)

     Mektuplara gelirsek, Tezer Özlü'nün içini döktüğü, kendini anlattığı daha da yakından tanımanıza olanak sağlayan bir kitap olmuş. Yarım kalan parçalar tamamlanırken daha büyük sırların içerisinde buluyorsunuz kendinizi.. Dostlukların zor kurulduğu şu zamanlarda iki kadının samimi paylaşımları... "Bir tek arkadaşım" diye sesleniyor bir mektubunda Özlü...

     "Bir kitap yaparsam, okuyana bir şey versin, içini dalgalandırsın, onu huzursuz etsin istiyorum..." diye anlatmış arkadaşına.. Bu zamana kadar okuduğum bütün Özlü kitaplarında sanırım buna benzer şeyler hissettim.. Ne istediğini bilmek ve gerçekleştirmek..
      
     Mektuplaşmaları kitap haline getirmek esasen Tezer Özlü'nün fikriymiş ancak buna fırsatı olmamış.. Keşke Leyla Erbil kendi yazdığı mektupları da kitabın içerisine koysaydı. Leyla Erbil 4 güzel yazı kaleme almış Özlü için.. Daha sonra mektuplara ve bazı mektupların fotoğraflarına yer vermiş.

    Özlü'nün kaçışına, kırgınlıklarına tanık olacak; mektuplarda sevdiğim adam dediği Hans'ı, severek ayrıldığı Erden Kıral'ı, kızını bolca bulacaksınız. Zaman zaman zerzenişlerde, eleştirilerde bulunmuş ancak isimler gizli tutulmuş. Bu açıdan meraktan patladığımı söylemek isterim. Şu olabilir mi bu olabilir mi diye A., B., C., D., E., H., P., gibi isimleri hala düşünüyorum, bilen duyan varsa söylesin lütfen :)

     69 sayfalık bu kitabı bir solukta okuyorsunuz.. Özlü'nün diğer kitapları gibi kısacık ama dolu dolu.. Tam bitti zannederken yeniden başlayan bir hikaye gibi.. 
     

2 Ağustos 2015 Pazar

Ağustos Şarkıları

   Henüz tatile doyamayanlar olarak bitiyor mu yaz stresiyle dolduğumuz zamanlardayız.. Sıcakların iyice çekilmez hal aldığı, instagram da fotoğrafların coştuğu şu bunaltıcı günlerde bir kaç güzel şarkı size eşlik etsin.. Tabi ki buzlu kahve, limonata, kek ve güneş eşliğinde :) 

Seal - A Change Is Gonna Come
Gipsy King - My Way

Ibeyi - Better In Tune With The Infinite

Lola Marsh - You're Mine

1 Ağustos 2015 Cumartesi

#aysunaltay

    Yaklaşık 2 senedir blog yazıyorum.. Bu güne kadar kadına yöneltilen şiddetle ilgili bir çok yazı yazdım, kendi çapımda çıkışlar aradım ama dün okuduğum haberle kanım çekildi.. 

     Gencecik bir kız #aysunaltay, 22 yaşında! Kendi öz abisinin tecavüzüne uğramış! Birilerinin yakınlarda dediği gibi "bir kadın olarak sus"mamış, abisinin ceza almasını sağlamış. Ancak toplum baskısı, aile baskısıyla duramamış başka bir şehire kaçmış. Şikayetini geri almasını istemişler, öyle ya yen kırılır kol içinde kalır! Böyle bir rezillik saklanmalıdır, duyurulmamalıdır! Yaşadıklarını taşıyamamış olacak ki kendini öldürmüş, daha doğrusu "öldürülmüş" ! 

      Elif Şafak'ın Baba ve Piç romanı -okuyanlar bilir- Türk - Ermeni meselesini irdeliyormuş gibi görünse de kapağından, isminden anlaşılacağı üzere daha derin meseleleri anlatır. Okurken tahammül edememiş, kıvranmış, sinirlenmiştim. O günde vardı bugün de var! Aynı şeyler, tekerrür ediyor.. Senaryo farklı, gerçekler aynı.. 10 sene önce ne yazılmışsa şimdi de yaşanan o.. 

      Sanırım ben bunca şeye rağmen hala çok duygusalım. Her gün bir şekilde tv'nin önünde zaman öldürüyor, bütün sosyal mecralarda vaktimi hunharca harcıyorum ve hala çıkan bu haberlere bu kadar üzülüp, sinirlenebiliyorum. Oysa alışmış olmak lazım gelen.. Tepkisiz vah vah, tüh tühlerle bir 5 saniye sonra zap... 

        İnsan tüm bunları duyup, görüp paranoyadan kendini alamıyorsa, yaşamış olmayı düşünemiyorum!! Türkiye'de her 10 kadından 1'i tecavüze uğruyor.. Kocasının, sevgilisinin, tanıdığının, tanımadığının, babasının, akrabasının, abisinin... Ve biz yadırgamıyoruz!

       Evet tüm dünyayı pembe bulutlarla kaplayıp bütün kötülüklerden arındıramayacağımızı bilecek kadar realistim.. Beyaz kadar siyahta var, evet! Ama...

       Mesele kadının konuşmamasının normalleşmesi, tacizin normalleşmesi; günlük hayatta her genç kızın başına gelebilecek kadar doğal olması, tecavüzün kadının kıyafetine, duruşuna, gülüşüne, bakışına, oturuşuna göre şekil alması... Mesele meydanlarda bir gün bağıracak, kalan günlerde susacak kadar cesur olmakta... Mesele "dünyayı yerinden oynatacak kadar güçlü", kıpırdayamayacak kadar güçsüz olmakta! Esas mesele "kadın" olmakta!
        
       Daha detaylı bilgi veya herhangi bir cinsel şiddet konusunda bilgi almak, yardım istemek için şuradan ve buradan yardım alabilirsiniz.